Bir Kraliçenin İman Yolculuğu (Hz. Süleyman-Belkıs Kıssası) | Muhammed Emin Yıldırım | 4K
Siret-i Enbiyâ derslerimizde Kur’ân-ı Kerim’in en ilginç kıssalarından biri olan Hz. Süleyman ve Sebe Melikesi kıssasını işledik. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Bir Kraliçenin İman Yolculuğu” üst başlığında Neml sûresindeki âyetlerin rehberliğinde bu önemli kıssanın ne gibi mesajlar taşıdığını, o güne ve bu güne neler söylediğini çok önemli noktalar ve dersler ışığında anlattı. Haftaya inşallah Hz. Süleyman’ın mührü, yüzüğü ve vefatı ile derslerimiz devam edecektir.
Dersten Cümleler
Siret-i Enbiyâ derslerimizde Hz. Süleyman ile alakalı yürüyüşümüze devam ediyoruz.
Hz. Süleyman ile alakalı bu ders dışında son iki dersimiz kaldı…
Rabbanî Yol ve Nebevî Menhec; unutulmaması gereken iki ifade…
Hz. Süleyman ile Sebe Melikesi Belkıs arasındaki kıssayı biz, Nübüvvetin 5. yılının sonlarına doğru nazil olan Hüdhüd sûresinden ya da bir diğer ismi ile Süleyman sûresinden veya bilinen ismi ile Neml, Karınca sûresinden okuyoruz…
Sorumuz: Hz. Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını getirtme gerekçesi neydi? Böyle bir şeye hakkı var mıydı? Hz. Süleyman kendisinde nasıl bir hak bulmuştu?
Cevabı: Neml 38’de; Neml 40’da; Neml 42’de’ydi…
Hz. Süleyman ile Belkıs kıssası en temelde bir yönetim kıssasıdır.
Yönetim dışında da şu kıssalardır:
– Davet Kıssası
– Şükür Kıssası
– Hidâyet Kıssası
– İlim Kıssası
– Tedbir Kıssası
İki Yönetimi Kıyaslayalım:
Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs
– Tevhid Şirk
– Emanet Emanet
– Adâlet-i Mahza Adâlet-i İzafi
– Meşveret Meşveret
– Kuvvet Kuvvet
– Marifet (İlim) Hürmet (Tecrübe)
– Saadet Hakikat
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْرًا حَتّٰى تَشْهَدُونِ
“Ey ileri gelenler! ‘Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem!’ dedi.” (Neml 27/32)
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
“Şu cevabı verdiler: “Biz güçlüyüz, zorlu savaşçılarız, yine de yetki senindir; artık ne buyuracağını sen düşün.” (Neml 27/33)
Ne anlıyoruz bu âyetten?
1. Düzenli bir yönetimleri var.
2. Kraliçelerine karşı sağlam bir güvenleri var.
3. Güçlü bir orduları var.
4. Yeterli düzeyde ve kuvvetli askerleri var.
5. Dayatmacı bir halleri değil istişareye açık bir durumları var.
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
“(Kraliçe Belkıs) şöyle dedi: “Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler. İşte onlar böyle yaparlar.” (Neml 27/34)
Cübeyr b. Nüfeyr, diyor ki: “Fetih tamamlanınca baktım Ebü’d-Derdâ bir köşeye çekilmiş ağlıyor. Merak ettim yanına gittim ve dedim ki: ‘Ey Ebü’d-Derdâ! Allah Müslümanları aziz kılıp, kâfirleri zelil kılmışken ve bizlere zafer bahşetmişken sen niçin ağlıyorsun?‘ Eliyle gözyaşlarını sildi ve bana dedi ki: “Ey Cübeyr! Bugün biz Allah’a kul olmayı terk eden bir topluluğun nasıl zelil bir duruma düştüğünü gördük. Korkarım ki yarın kulluğu gerçek manada yerine getiremeyelim de onların durumuna düşen biz olalım.”
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
“Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler.” (Neml 27/35)
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِيَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
“(Elçiler, hediyelerle) Süleyman’a gelince şöyle dedi: Siz bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Hediyenizle (ben değil) siz sevinirsiniz.” (Neml 27/36)
Hz. Süleyman hediyeleri kabul etmedi ve orada çok önemli mesajlar verdi. Neydi mesajlar?
1. Benim sizin gönderdiğiniz mallara ihtiyacım yok.
2. Allah’ın bize bahşettiği sizin vereceklerinizden daha hayırlıdır.
3. Allah bize servet verdiği gibi hidâyet de vermiştir.
4. Hidâyetimiz olduğu için dünyalıkların kulu değiliz.
5. Hidâyeti olmayanlar ancak dünyalıklarla sevinir ve avunurlar.
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
“(Ey elçi!) Onlara dön; iyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir, onları muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız!” (Neml 27/37)
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
“(Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey Meleler! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir?” (Neml 27/38)
Hz. Süleyman tahtı neden getirmek istiyor? Bunun birçok sebebi var ama en temelde 5 sebebi var:
1. Peygamber olduğunu bir mucize ile göstermek için
2. Kalbinde, aklında ve zihninde hiçbir şüphenin kalmaması için
3. Zekâsının ve aklının ne kadar üst düzey olduğunu göstermek için
4. Allah’ın gücü ve kuvvetinin üstünde hiçbir güç ve kuvvet olmadığını öğretmek için
5. Hem Melikeyi hem yönetimini yani arşını imana taşımak için
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
“Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi.” (Neml 27/39)
İfrit; âyette de söylendiği gibi “mine’l-cinn/cinlerdendir. İfrit, ismi değil lakabıdır. Manası; Arapça ‘afr’ kökünden türetilmiş olup, “kurnaz, şerir, çetin, yaratılışı güçlü, kızgın ve öfkeli kimse” mânasındadır.
Elmalılı’nın dediği gibi; “İfrit” şerr ü habâsette dehâ ve şeytanette ileri gitmiş, tuttuğunu devirir, kuvvetli, becerikli, ele avuca girmez bir kerata demektir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 4/377)
İfrit dedi ki: “Ben onu getiririm” dedi. Ne kadarlık bir zaman diliminde getiririm, dedi: “kable en tekûme min makâmik/Sen makamından kalkmadan önce…”
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
“Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml 27/40)
“Kâle’lleżî ‘indehu ‘ilmun mine’l-kitâbi/ Kitaptan bilgisi olan biri” Kim bu? Müfessirlerimiz bu şahsın kim olduğu konusunda epey farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Mesela, Taberî, Sa’lebi, Zemahşerî olmak üzere büyük çoğunluğa göre bu bir insandı. Hz. Süleyman’ın veziri olan Âsaf b. Berahyâ idi.
“Kâle’lleżî ‘indehu ‘ilmun mine-lkitâbi / Kitaptan bilgisi olan biri” Bu ifade Kur’ân’da başka bir yerde geçiyor mu? Evet geçiyor, nerede? Râd 43’de:
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلًاۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
“İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur’an) bilgisi bulunanlar yeter.” (Ra’d 13/43)
Sa‘lebi, Asaf’ın yaptığı duayı şu şekilde aktarmaktadır: “Âişe (rh) şöyle rivayet etmiştir: Nebi (sas) şöyle demiştir: ‘Allah’ın en büyük ismi, Âsaf’ın dua ettiği isimdir: Yâ Hayyu, Yâ Kayyûm.” (Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, 20/266).
“Enê âtîke bihi kable en yertedde ileyke tarfuk / “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi.
Şöyle de anlamak mümkün; “sen başını başka bir tarafa çevirmeden, yani bu mesele senin gündeminden çıkmadan ben onu sana getiririm.”
40. âyette Hz. Süleyman’ın Belkıs’ın tahtını neden getirdiğine dair bir işaret taşıyor. Nedir bu işaret? “felemmâ raêhu mustekirran indehu / فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce…”
Buradaki “mustekirran” ifadesi çok önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de burası dâhil 13 yerde bu ifade geçmektedir.
“…Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.” (Neml 27/40)
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
“Onun tahtını biraz değiştirin, bakalım gerçeği anlayacak mı yoksa anlamayanlardan mı olacak?” dedi. (Neml 27/41)
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
“Melike gelince, “Senin tahtın böyle mi?” denildi. O da, “Sanki o/Tıpkı o!” dedi ve ekledi: “Fakat zaten daha önce bize bilgi verilmişti ve biz teslimiyet göstermiştik” (Neml 27/42)
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
“Daha önce Allah’tan başka taptığı şeyler ona (hakikate ulaşmasına) engel olmuştu. Çünkü o inkâr eden bir kavimden idi.” (Neml 27/43)
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
“Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.” (Neml 27/44)
“Kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu me’a suleymâne lilallâhi rabbi-l’âlemîn/Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.”
Allah (cc) binlerce kez razı olsun bu mümine kraliçeden…
Allah (cc) hepimizi bu hakikatleri anlayanlardan etsin…
(85)