Edebi ve Şiirsel Metinlerin Kaynak Açısından Değerlendirilmesi
Biz bu konuşmamızda İslâm öncesi ve İslâmî dönemde Arapların neredeyse yegâne edebî sanatı olan şiir sanatını temel alarak görüşler serdedeceğiz, bu yüzden konuşmalarımızın çıkış noktası şiir olacaktır.
Edebiyatın konusu insandır. İnsan toplum içinde doğar ve o toplumun kültürüne gör şekillenir. Edebiyat eseri toplumun şekillendirdiği bu insanın hayata bakışının bir ifadesi olarak karşımıza çıkar. Edebi eseri ortaya çıkaran şey yazarın sahip olduğu toplumsal şuur olduğu için edebi eserin anlaşılabilmesi ve değerlendirebilmesi için yazıldığı çağdaki koşullar, inançlar, dünya görüşü, sanat anlayışı, gelenek ve görenekler hakkında bilgi sahibi olmak önem arzetmektedir.
Edebiyatın doğasında kurgusallık, hayal gücü, icat ve bunları gerçekleştirmek için buna uygun bir dil malzemesi bulunmaktadır. Kurgusallık edebi eserlerin temel özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün edebi eserler sanatçının kurgulaması sonucu ortaya çıkmıştır ve sanatçısı kurgusundaki başarısı ve ikna ediciliği ölçüsünce başarılıdır. Kurgusallık ve hayal gücü birbiriyle ilişkili kavramlardır. Kurgulayabilmek için hayal etmek gerekmektedir. Sanatçı hayal gücü ve kurgu ile üretimde eski dille ibda’da bulunmaktadır. Yazarının kurgusu, hayal gücü ve bunu etkileyici bir şekilde sunduğu uygun dil malzemesi ile ortaya koyması sebebiyle edebiyatın görevi gerçeği yansıtmak değil, onu değişik biçimde yazarın hayal ettiği, olayları algıladığı şekilde algılatmaktır. Bu yüzden edebî eser bir bilim eseri değildir ve bilimsel olma gibi bir iddiası da olamaz. Zira edebiyatın tabiatında bulunan kurgusallık bilim ile çelişmektedir.
Yazar edebi eserde insanlara kendi bakış açısını sunar, bir bakıma yaptığı üretimle onları kandırmaya, ortaya koyduğu şeyi kabul ettirmeye ve ikna etmeye çalışır.
Edebi eserlerin kendine has bir dili bulunmaktadır. Edebi metinlerde kullanılan dil, insanda heyecan, coşku ve estetik bir haz meydana getirme amacındadır. Şiir, kendine özgü dili sayesinde nesneleri, davranışları, düşünceleri ve duyguları taze bir bakışla yeniden görmemizi, yeniden algılamamızı sağlar. Çünkü bu dil alıştığımız kullanımlık dilden farklıdır. Cahit Sıtkı Tarancı ölümden söz eden iki dizesinde;
Bir namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında
Tarancı musalla taşını bir tahta, ölüyü sultana, cemaati önünde duran kullara benzeterek kanıksadığımız bu sahneyi bize taze bir şekilde gösteriyor, alışkanlığımızı sarsıyor.
Günlük dil, bir şeyi bildirmeye, anlatmaya, betimlemeye yarayan bir araçtır ve bu dili kullanırken dilin bilincine varmayız. Şair ise bu dili bozar, büker, kuralları çiğner, altüst eder ve onu alışmadığımız bir düzene sokar. Bu şaşırtıcı başkalık bizi silkeler, uyandırır ve dile getirdiği her ne ise onu yeni bir gözle görmemizi sağlar.[1]
Edebiyat ve Hakikat:
Edebiyat eserinde bilgi içerikli bir anlam var mıdır? Eğer varsa ortaya konan bilgi nasıl bir bilgidir? Hakikati bildirmek esere sanat açısından bir değer kazandırır mı?
Bir edebiyat eseri ne bir psikoloji, ne bir sosyoloji ne de bir tarih kitabıdır. Sezgiciler: Sanat sezgi ile kavranan bir hakikati açıklar. Edebiyat bize hakikati bildirir, ama bu bilimin açıkladığı bir hakikat değil, sezgisel bilgi türündendir. Şair bilim adamları gibi akıl ve deney yoluyla değil, ama imgelem ile deneysel bilgiye de aşan daha yüksek bir bilgiye erişiyor.
Edebiyatın Anlamı duygusaldır. Yukarıda belirttiğimiz gibi dil sadece bilgi vermek için değil, duyguları dile getirmek için ya da başkalarında duygular uyandırmak için kullanılır. Dilin duygusal kullanımında doğruluk-yanlışlık söz konusu değildir. Edebiyatta dilin kullanılışı duygusal yöndedir. Bir söz için “doğru mu yanlış mı” sorusu sorulamıyorsa o duygusaldır.
Birçok estetikçiye göre sanat eserlerinin kendilerine özgü işlevi, okurda estetik yaşantı uyandırmaktır. Sanat eserleri bilgi verebilir, dinsel heyecan uyandırabilir, politik duygular uyandırabilir. Ancak estetik yaşantı sağlamak hususunda sanat eserleri rakipsizdir.
Bazı düşünürler hakikat kavramının edebiyatla bağdaşmayacağını söylerken, bazıları da tek çeşit hakikat üzerinde direnmenin yanlış olduğunu, edebiyattaki hakikatin bilim alanındakinden farklı olmakla birlikte yine de bir çeşit hakikat sayılması gerektiğini söylüyorlar.
****************
Günümüz Edebiyat teorilerinden yararlanarak yaptığımız bu kısa bir özetten sonra şimdi de İslam toplumunda edebiyatın ne olduğunu tartışan birkaç görüşü aktaralım.
I:
Halil b. Ahmed, Kudâme b. Câfer, İbn Reşîk el-Kayrevânî gibi genelde edebiyat, özelde şiir üzerinde çalışan bilginler şiiri, “Bir anlam ifade eden, vezinli ve kafiyeli söz” olarak tarif etmişlerdir.[2] Şiirin bir anlam ifade ettiğini belirtmişler ancak bu anlamın hakikat açısından değeri üzerinde pek durmamışlardır.
İbn Kuteybe, şiiri güvenilir Arap bilgi kaynakları içinde saymıştır. Bununla ilgili olarak Ömer b. el-Hattab’ın şu sözünü aktarmıştır: “Şiir, kendisinden başka ilimleri olmayan bir kavmin ilmiydi.” İbn Kuteybe kitabını yazış amacını açıklarken, kitabına şiirin önemini, mevkiini belirten haberler koyduğunu, şiir yoluyla Arapların nesepleri, hikmet içeren sözlerini, atlarla ilgili bilgilerini, yıldızlar ve yıldızlarla yol bulma, rüzgârlar ve rüzgârların verdiği haberleri anlatan şiirler, şimşekler, bulutlar, erdemlilik vasıfları, kötü vasıfları içeren şiir ve haberleri aktardığını belirtir.[3]
Hz. Peygamber’in şairi Hassân b. Sâbit şiiri bir musiki gibi görmüştür:
تغنّ في كل شعر أنت قائله إن الغناء لهذا الشعر مضمارُ
Söylediğin her şiirde şarkı söylersin Şarkı bu şiir için bir alandır
Hz. Peygamber şiirde şekilden çok içeriğe bakmıştır. “Beyanda sihir, şiirde hikmet vardır”[4] demiştir. Hz. Peygamber bu sözünü söylerken buna benzer bir nitelendirme Kur’ân-ı Kerim’de de geçmektedir: “Biz Davut’a hikmet ve doğruyu batıldan ayırma yeteneği verdik.” (Sâd, 38/20) Hz. Peygamber bazı şiirleri hikmetten saymakla[5] bu şiirlerin doğru bilgi içerdiklerini ima etmiştir. Başka bir sözünde de: “Şiir oluşturulmuş bir sözdür, ondan gerçeğe uygun düşeni güzel, gerçeğe uygun düşmeyeninde de hayır yoktur.[6]
Hz. Peygamber şiirin toplumun, dinin yararına çalışması, erdemlerin peşinde koşmasını istemiştir. Nâbiga el-Ca‘dî’nin:
لا خير في حلم إذا لم تكن له بوادر تحمي صفوه أن يكدرا
Safiyetini bulandırmaktan koruyan emareleri yoksa o hilmin bir yararı yoktur
Hz. Peygamber bu beyitleri dinledikten sonra ona: Güzel söyledin, Allah ağzına sağlık versin” diye dua etmiştir.
Hz. Peygamber sadece hikmetli şiirler nazmeden Müslümanları övmedi, Cahili şairlerden güzel şiir nazmedenleri de övdü. Suveyd b. Amir el-Mustalikî’nin:
لا تأمنن وإن أمسيت في حرم إن المنايا بجنبي كل انسان
Haremde gecelesen de güvende olma Ölümler her insanın iki yanındadır
Hz. Peygamber bunu duyunca bu kişi bana yetişseydi Müslüman olurdu dedi.[7]
Hz. Peygamberden sonra gelen halifeler şiiri eğitim aracı, insanda estetik yapıyı güçlendiren, kişinin erdemli, karakterli bir insan olmasında katkı sağlayan bir sanat olarak görmüşlerdir. Hz. Ömer şöyle derdi: “Şiirleri ezberleyiniz, haberleri mütalaa ediniz, zira şiir ahlâki değerlere çağırır, işlerin güzelini öğretir, güzel fiillere sevk eder, anlayış kazandırır, kabiliyeti ortaya çıkarı, kötü ahlâka engel olur, yüce makamlara teşvik eder.”[8]
İbn Abbas, şiir Arapların divanıdır derdi. Lebid’in şu sözüne hayrandı:
ستبدي لك الأيام ما كنتَ جاهلا ويأتيك بالأخبارمن لم تُزَوّد
Günler sana bilmediğin şeyleri gösterecek ve ummadığın kimseler de sana haberler getirecektir
Abbasi halifesi Harun Reşid, çocukları Emin ve Me’mun’u hocaları el-Kisâî’ye verirken şöyle vasiyet etti: “İkisine şiir rivayet et, şiir, yüksek rütbelere ulaşmaya teşvik eden en etkili terbiyedir” [9] dedi.
Hz. Ömer, valisi Ebû Musa el-Eş’arî’ye: Çevrende olan insanlara şiir öğrenmelerini emret, şiir yüce ahlâka götürür, doğru bakış kazandırır, nesepleri öğretir.[10]
Hz. Muaviye: Çocuklarınıza şiir öğretin. Ben halifeliğe, başkanlığa ve bu konuma İbnu’l-İtnâbe’nin şu beyitleriyle ulaştım. Sıffin’de belanın şiddetinden dolayı kaçmak üzereydim ki beni orada tutan Amr b. İtnâbe’nin şu beyitler oldu:
Beni kararlılığım ve imtihanım geri çevirdi Ve az bir kâra hamd yolunu tutmam
Kendimi belanın içine atmam Cesur kahramanın başına vurmam
Her galeyana gelişte ve kinlenişte şu sözüm: Yerinde dur, övülür veya huzura kavuşursun
Kendi kendime: “Yerinde dur, övülür veya huzura kavuşursun” dedim.”[11]
ŞİİRİN SAF BİLGİ AKTARMASI
Şiire yukarıda zikrettiğimiz bu bakış açısı olmakla birlikte, gerek halifeler gerekse şairlerce onun düz bir bilgi aktarma aracı olmasından hoşlanmamışlardır. Abbasi döneminde Ali b. Cehm, halife Mütevekkil’i övmek istemiş ve şöyle demişti:
Allah en büyük, Nebi, Muhammed’dir Hak âşikar, halife ise Cafer
Deyince başka bir şair onun bu methiyle alay ederek:
İbn Cehm müminlerin emirini medih gayesiyle bir kaside nazmetmek istedi, müezzinlik yaptı
Ona dedim ki kamet getirmede acele etme, temiz değilim O da dedi ki: Ben de.
II: Şiirle İstişhad
İslâmî ilimler içinde özellikle tefsir ilmi dil hazinesinden istifade etmek için şiire ihtiyaç duymuştur. Arap şiiri Kur’ân’ın anlaşılması için başvurulacak kaynakların en başında görülmüştür. Hatta bir tefsir âlimi için şiir bilmek lüzumlu görülmüştür. İbn Abbas’ın şu sözü zikredilmiştir: “Size Kur’ân’dan bir şey yabancı gelirse şiire bakınız, zira şiir Arapçadır.”
Abdulkahir el-Curcânî, şiir Arapların divanı olduğu için şiiri bilmeyen kişinin Kur’ân’ın mucize olduğunu anlamayacağını belirtmiştir.[12]
Şiirin bu önemini gösteren birçok habere rastlamaktayız:
Ömer b. el-Hattab ( أو يأْخُذَهُمْ على تَخَوُّفٍVeya onları korkuyorlarken yakalar) (Nahl, 16/47) ayetini sordu. Huzeyl kabilesinden biri ayağa kalktı ve “Bu bizim dilimiz Müminlerin emiri, التخوف، التنقص” demektir. Bunun üzerine Hz. Ömer ona, “Bu anlamı Araplar biliyorlar mı?” dedi. O da evet biliyorlar dedi Zuheyr’in şiirini okudu:
تَخَوَّفَ الرحلُ منها تامِكاً قَرِدا كما تَخَوّفَ عُود النَّبْعَةِ السَّفَنُ
Seyahat devenin besili hörgücünü azar azar azalttı Akça ağaç sopasını törpü azar azar azalttığı gibi
Ömer şiiri dinledikten sonra “Ey insanlar divanınız Cahilî şiiri öğrenin, zira onda kitabınızın tefsiri var” dedi.[13]
Haricilerin liderlerinden Nafi‘ Kur’ân’da geçen iki yüz kadar kelimeyi İbn Abbas’a sormuş, İbn Abbas bu kelimeleri şiirlerle açıklamıştır.
Nafi‘e وأنكَ لا تَظمَأُ فيها ولا تَضحَى (Tâhâ, 20/119) “Sen orada ne susarsın ne de terlersin” ayette geçen “تضحى” fiilini “terleme” anlamında olduğunu ve bu hususta şiirin bulunduğunu söyledi:
رأَتْ رَجُلاً أمّاً إذا الشمسُ عارَضَتْ فَيَضحَى وأما بالعَشِيّ فَيَخْصَرُ[14]
ŞİİR RİVAYET ETMEK GÜNAH MIDIR?
İlim ve fıkıh adamları şiir rivayet etmenin ravinin kişiliğine zarar vermeyeceğini belirtmekle beraber, Ömer b. Ebî Rebîa’nın şiirini rivayet etmek raviler için tehlike arzetmiş, onun şiirlerini rivayet etmekten kaçınmışlardır.
Şiirlerde dile getirilen aşk, şarap tasvirleri yüzünden şairler cezaya uğrar mı sorusu tartışılmıştır. Âlimlerin ekserisi şiirde dile getirilen şeyleri “Onlar yapmadıkları şeyleri söylerler” Şuarâ, 26/226 ayetine göre değerlendirmişlerdir. Ancak Ömer b. el-Hattâb Meysan’a atadığı valinin şiirinde aşk ve şarap teması işlemesi yüzünden azletmiştir:
من مبلغ الحسناء من مبلغ الحسناء إن خليلها بميسان يسقي في زجاج وحنتم
Güzele kim ulaştırır, onun dostu Meysan’da kadeh ve sürahi ile sulanmaktadır
Hz. Ömer’e bu beyitler ulaşınca onu valilikten azletmiştir.[15]
III: ŞİİRİN GÖREVİ
Şiir, Hz. Peygamber tarafından dönemin basın-yayın görevini görmesi sebebiyle müşriklerin hamlesini boşa çıkarmak, Müslümanların morallerini yüksek tutmak için psikolojik savaş aracı olarak görüldü ve kullanıldı.
Hz. Peygamberin irtihalinden sonra bazı kabilelerde dinden dönmeler başlayınca bazı şairler kabilelerine şiirler yoluyla nasihat etmişlerdir. Kinde kabilesi irtidat edince şairleri Sevr b. Mâlik, kabilesinin İslâm’da kalmasını irtidattan dönmelerini istedi.
وَقُلْتُ تَحلَّوْا بِدِيـــــنِ الرَّسُـــــــولِ فَقَالُوا التُّرَابُ سَفَـاهًا بِفِيكَا
فَأصْبَحْتُ أبْكي عَلَى هَلْكِهِـــمْ وَلَمْ أكُ فِيمَـــا أتـَـوْهُ شَـرِيكـَـا[16]
Dedim ki Resulün dini ile zinetlenin Dediler akılsızca ağzına toprak dolsun
Onların helâkine ağlar oldum Onların yaptıklarına ortak olmadım
Aynı şekilde Benû Âmir kabilesi irtidat eder, şairleri el-Hâris b. Murre en-Nufeyli onlara nasihat eder.
بَني عَامِرٍ إنْ تَنْصُروا الله تُنْصَروا وإنْ تَنْصِبُوا لله والدِّينِ تُخْذَلُوا
وان تُهْزَمُوا لا يُنْجِكُمْ عَنْهُ مَهْرَبٌ وإِنْ تَثْبُتُوا لِلْقوْم والله تُقْتلُوا [
17]Benû ‘Amir Allah’a yardım ederseniz yardım görürsünüz Allah’a ve dine dikilirseniz rezil rüsvay olursunuz
Eğer yenilirseniz sizi kaçılacak bir yer kurtaramaz Kavim yanında durursanız vallahi öldürülürsünüz
Necran Halkı da irtidat eder, şairleri Umeyr b. Husayn onlara nasihat eder:
أهــلَ نجران أمسكوا بهُدى الله وكــُونــوا يداً على الــكــفـــــار
لا تصيروا بعد اليقين إلى الشك وبــعــد الــرضـا إلــى الانـكــار
واسـتـقيـمـوا على الـطريقة فيه لتـكــونـوا كهــيئـة الأنــصــــار[
18]Necran Halkı, Allah’ın hidayetine sarılın Kâfirlere karşı destek olun
Kesin bilgiden sonra şüpheye düşmeyin Rızayı elde ettikten sonra inkâra
Bu yolda dosdoğru durun Ensar topluluğu gibi olmanız için
Bazı şairler halife ve emirlere giderek nazmettikleri şiirlerle onlara nasihat etmişlerdir. Sâbik el-Berberi Emevi şairleri içinde bu tür şiirler nazmeden şairlerin en önde geleniydi. Ömer b. Abdülaziz’e gidip şu beyitleri okudu:
بسم الذي أنزلت من عنده السور والحمد لله أما بعد يا عمر
إن كنت تعلم ما تأتي وما تذر فكن على حذر قد ينفع الحذر
واصبر على القدر المقدور وارض به وإن أتاك بما لا تشتهي القدر[
19]Katından sureler inenin adıyla Ve ona hamd olsun, bundan sonra ey Ömer
Geleni ve kesileni biliyorsan eğer Dikkatli ol, uyanık olmak belki fayda verir
Takdir edilen kadere sabret, ona razı ol Eğer kader hoşlanmadığın bir şeyi sana getirirse
Mihyâr ed-Deylemî (428/1037) Hz. Ali ve oğullarına yazdığı mersiyede şöyle der:
أبا حسنٍ إن أنكرُوا الحق على أنه والله إنكارُ عارفٍ
سلامٌ على الاسلام بعدك إنهم يسُومُونه بالجَورِ خُطّة خاسِفٍ
وجَدّده بالطِّفِّ باِبنكَ عُصبَةٌ أباحوا لذاك القرفَ حكّةَ قارِفٍ
يَعِزّ على محمدٍ بابن بنته صبيبُ دَمٍ من بين جنبيك واكفِ[20]
Hasan’ın babası! Hakkı inkâr etseler de Vallahi bu bilenin inkârı kabilindendir
Senden sonra İslâm’a selam olsun, onlar Yüreği karanın planıyla zulmü ona reva görüyorlar
Bir grup Tiff[21]’ta oğlunu aynısını yinelediler Caninin suç işlediği gibi ona cinayeti reva gördüler
Kızının oğluna yapılan Muhammed’e zor gelir İki kaşının arasından akan kan
Şiir şair tarafından çocuklarına vasiyet ve nasihat aracı olarak da kullanılmıştır. Muhadram şair Abede b. et-Tayyib oğullarını toplayıp onlara vasiyette bulunmuş, otuz beyitlik kaside okumuş, içinde dini emirleri hatırlatmış ve nasihatlerde bulundu. Baş tarafından birkaç beyit şöyledir:
أصيبُكُم بتُقى الاله فإنه يُعطِي الرغائب مَن يشاء ويَمْنَعُ
وبِرِّ والِدكُم وطاعة أمره إن الأبَر من البَنِين الأطْوَعُ
ودعُوا الضغينةَ لا تَكُن من شأنِكم إن الضغائن للقرابة تُضَعُ[
22]Sizin için İlah’ın takvasını tavsiye ediyorum O peşinde koşulan güzellikleri dilediğine verir dilediğini alıkoyar
Babanıza iyiliği ve emrine itaati Evlatlardan iyi olanı en itaatkârıdır
Kini bırakın, işinize karıştırmayın Zira kinler sulhu bozar
Emevi döneminde de Nâbiga eş-Şeybânî’nin uzun bir vasiyet nazmetmiştir. Birkaç beytinde şöyle demiştir:
إن من يركب الفواحش سراً حين يخلوا بسوءة غير خال
وكيف يخلو وعنده كاتباه شاهديه وربُّهُ ذوالمِحال
فاتقِ الله ما استطعتَ وأحسن إن تقوى الاله خير الخِلال[23]
Kim gizlice fuhşiyata binerse Kimse olmaksızın kötülükle baş başa kaldığı zaman
Nasıl baş başa kalır yanında iki tanık yazıcı var Rabbi ise kudret sahibi
Gücün yettiğince Allah’tan kork ve iyilik yap Allah’tan korkmak en güzel ahlaktır
Zühd Şiiri:
İslam toplumunda fetihler sonucu meydana gelen zenginlik ve refah sebebiyle bozulmalar, fitneler, halife ve emirlerde dünya menfaatlerine aşırı meyiller meydana geldi. Bu durumdan muzdarip olan bazı kişiler tasavvufi hayata meylettiler, bu hayatı benimseyen bazı şairler zühd şiirleri nazmetmeye başladılar. Genelde dünyanın geçici olduğu, ölümü hatırlamak gerektiği gibi tasavvufi anlamları dile getirdiler:
Harb b. Munzir el-Cârûd şöyle der:
فحسبي من الدنيا كفاف يقيمني وأثواب كتان أزور بها قبري
وحبي ذوي قربى النبي محمدٍ فما سالَنا إلا المودةَ مِن أجرِ[
24]Bu dünyada beni ayakta tutacak bir azık Kabrimi ziyaret edeceğim keten elbiseler
Nebi Muhammed’in yakınlarına sevgim Sevgi dışında bir ücret istemedik
Aynı şekilde Sâbık el-Berberi şöyle der:
النفسُ تَكلَفُ بالدنيا وقد عَلِمَت أن السَّلامةَ منها تَركُ ما فيهَا
واللَّهِ ما قَنَعَت نَفسِي بما رُزِقَت من المَعيشَة إلا سوفَ يكفيها
أموالُنا لِذَوي المِيراثِ نَجمَعُها ودُورُنا لِخَرَابِ الدَّهرِ نَبنيها [25]
Nefis dünyaya âşıktır, hâlbuki bilmiştir ki Onun kurtuluşu dünyadakini terktedir
Vallahi nefsin kendisine verilen rızka kanaat etmedi ancak ona yetecektir
Topladığımız mallar miras sahipleri için İnşa ettiğimiz evler zamanın harabına maruz
Bir başka beytinde de şöyle demiştir:
مَوتُ التَّقيِّ حياةٌ لا انقِطَاعَ لها قد مات قَومٌ وَهُم في النَّاسِ أحيَاءُ[26]
Muttakinin ölümü kesintisiz hayattır Nice kavimler ölmüştür ama insanlar arasında diridirler
Mâlik b. Dînâr bir şiirinde şöyle der:
أتيت القبور فناديتهــــــــن أين المعظم والمحتقـــــــــــر
وأين المدل بسلطانــــــــــه وأين المزكى إذا ما افتخـــر
تفانوا جميعا فما مخبــــر وماتوا جميعا ومات الخبــر[
27]Kabirlere geldim onlara seslendim Azametli ve hakir neredeler!
Saltanatıyla böbürlenen Övününce temize çıkaran nerede!
Hepsi fani oldular, bir haber veren yok Hepsi öldüler haber de yok oldu
Hz. Peygamberi ve Ehli Beyti’ni Öven Şiirlerin Karşılaştırılması:
Bu bölümde şiirin görevi ve bize naklettiği bilginin mahiyetini görmek için iki döneme ait şiir örneklerini serdedeceğiz. Bu şiirlerden birinci kısmı Hz. Peygamber’in sağlığında Hassân b. Sâbit’in iki medhiyesini, Ka’b b.Mâlik’in bir medhiyesini ve ikinci dönem olarak Emevî döneminde Ferazdak’ın Hz. Peygamber ve Ehli Beyti’ni öven şiirini aktaracağız.
Hassân’ın Ebû Sufyân b. el-Hâris’i hicvettiği şiirinden bazı beyitlerde Hz. Peygamber’i şöyle övmüştür:
Mübarek, hayırhah ve muvahhit birini yerdin, doladın diline;
Allah’ın vahiy emini, şanı vefadır, herkesçe böyle biline.
هَجَوْتَ مُبَارَكا بَرّاً حَنِيفاً
أمينَ الله شِيمَتُه الوَفاءُ
Birdir sizden olduktan sonra Allah’ın elçisine uzatanla dil;
Onu öven, görünüşte destekleyen ve zatını eyleyen tebcil.
فمَن يَهْجُو رسولَ الله منكم
ويَمْدَحُه و يَنْصُرُه سَواءُ
Babam, onun babası, şerefim ve haysiyetim şurası muhakkak;
Muhammed’in haysiyeti için bir kalkandır, herkesten koruyacak.
فإنّ أبي و والدَهُ وعِرْضِي
لعِرضِ محمدٍ منكم وِقاءُ[28]
Bir başka şiirinde Hz. Peygamber’i şöyle methetmiştir:
Saygıdeğer, Elçilik nişanesi bir mühür üzerindedir,
Allah katından onaylanmıştır, görünür ve seyredilir.
أغَرّ، عليه للنُّبُوَّةِ خاتمٌ
مِن اللهِ مَشْهودٌ يَلُوحُ و يُشْهَدُ
İlah, Nebî’nin adını kendi adına ekledi,
Müezzin beş vakitte andığı zaman, tanıklık ederim.
و ضَمَّ الإلهُ اسمَ النبيِ إلى اسمِه
إذا قالَ في الخَمْسِ المُؤَذِّنُ أشْهَدُ
Onu yüceltmek için adının yanına ona yer açtı,
O tahtın sahibi övgüye layıktır, bu da Muhammed.
و شَقَّ لهُ مِن اسمِهِ لِيُجِلَّهُ
فَذُو العَرْشِ مَحْمُودٌ وهذا مُحَمَّدُ
O, umudun kesildiği bir dönemden sonra gelen bir Nebi’dir
Elçilerden (sonra), yeryüzünde putlara tapılırken.
نبيٌّ أتانا بعدَ يأسٍ و فَتْرَةٍ[29]
من الرُّسْلِ، و الأوثانُ في الأرضِ تُعبدُ
Aydınlık saçan bir ışık ve doğru yolu gösterici oldu,
Bilenmiş kılıcın parladığı gibi parıldar.
فأمسَى سِراجا مُسْتَنِيرا وهادِيا
يَلُوحُ كما لاحَ الصَّقِيلُ المُهَنَّدُ
Bizi ateşe karşı uyardı, Cenneti müjdeledi
Şükür Allah’a, bize İslâm’ı öğretti.
وأنْذَرَنا ناراً وبَشَّرَ جَنَّةً
وعَلَّمَنا الإسلامَ، فالله نَحْمَدُ
Sen mahlûkatın İlahı, Rabbim ve yaratıcımsın,
Buna, insanların içinde yaşadığım sürece tanıklık ediyorum.
وأنت إله الخلقِ ربّي وخالقي
بذلك ما عمّرْتُ في الناس أشهدُ[30]
Ka‘b b. Mâlik, Bedir savaşı ile ilgili nazmettiği kasidesinde savaşı ve Hz. Peygamber’i tasvir eder:
سائلْ قريشاً غداةَ السَّفْحِ مِن أُحُدِ
ماذا لَقينا وما لاقوا من الهَرَبِ
Kureyş’e sor, sabah vakti Uhut Dağının eteğinde
Neyle yüz yüze geldik ve onlar kaçıştan (başka) neyle yüz yüze geldiler?
كُنّا الأسُودَ وكانوا النَّمِرَ إذ زَحَفوا
ما إن نُراقِبْ مِن آلٍ ولا نَسَبِ
Biz aslandık, (onlar) ilerlerken leopardılar
Akraba, soy sop gözetmiyorduk.
فكم تركنا بها مِن سَيّدٍ بَطلٍ
حامِي الذمارِ كريمِ الجَدّ والحَسبِ
Orada nice kahraman reisler bıraktık,
Onur ve şerefini koruyan, soylu, asil.
فينا الرسولُ شِهاب ثم يَتْبَعُه
نورٌ مُضِىءٌ له فَضْلٌ على الشُّهُبِ
Elçi içimizde, o bir yıldızdır, üstelik onu izlemektedir
Aydınlatan bir ışık, onun yıldızlara üstünlüğü vardır.
الحَقُّ مَنْطِقُة والعَدلُ سِيرتُهُ
فمَن يُجِبْهُ إليه يَنْجُ مِن تَبَبِ
Hakikat söylemi, adalet davranışıdır,
Kim ona kulak verip uyarsa, yok olmaktan kurtulur.
نَجْدُ المُقَدَّمِ ماضي الهَمّ مُعْتَزِمٌ
حين القلوبُ على رَجَفٍ مِن الرُعُبِ[31]
En öndeki zirve, endişeyi yok eden, kesin kararlı,
Kalpler korkudan titredikleri zaman.
Hişâm b. Abdulmelik hacca gidip tavaf yaparken Haceru’l-esved’e el sürmek istedi. Kalabalık sebebiyle ona ulaşamadı. Kendisine bir koltuk getirildi, ona oturdu, insanları bekledi. Yanında Şam’ın ileri gelenleri vardı. Bu esnada Zeynel Abidin Ali b. Hüseyin b. Ali. B. Ebî Talib tavafa başladı. Haceru’l-esvedin yanına gelince insanlar kenara çekildiler, o da elini sürdü. Şam ileri gelenlerinden biri Hişâm’a insanların saygı gösterdiği bu kişinin kim olduğunu sordu, o da Şam ileri gelenlerinin ona meyil göstermemesi için bilmiyorum dedi. Bu esnada Ferazdak da yanlarındaydı ve o kişiye bun bu zatı biliyorum diyerek yirmi yedi beyitlik şu şiirini inşad etmeye başladı:
1-Bu Batha’nın ayak izlerini tanıdığı kişidir Kâbe, Harem ve civarı onu tanır
2- Bu, Allah’ın tüm kullarının en hayırlısının oğludur Bu muttaki, pâk, temiz, bayraktır
3- Bu, Fatıma’nın oğlu, dedesini bilmiyorsan Ki Allah’ın elçileri onunla son bulmuştur
4- “Bu kim” sözün onun hatası değildir Senin tanımadığın kişiyi Araplar bilir
5- Her iki eli, yararı kuşatıcı cömertliktir Bereketi istenir, yokluk ona bulaşmaz
6- Karakteri iyi, hiddetinden korkulmaz İki şey onu süsler: güzel yaratılış ve ahlak
7- Başlarına felaket gelince insanların yüklerini sırtlanır Tatlı karakterli, isteyene “evet”’i tatlı
8- Kelimei şehadet dışında asla “lâ:hayır” demez Kelimei şehadet olmasaydı “lâ”sı “ne’am olurdu
9- İyiliği tüm mahlûkatı kuşattı Karanlıklar, yoksulluk ve yokluk mahlûkattan uzak oldu
10- Kureyş onu görünce gören der ki, Cömertlik bunun cömertliğine dayanır
26- Kıtlık avuçlarını sonuna kadar açmayı engellemez Zenginlik yokluk bunda fark etmez
27- Onların sevgisiyle bela ve şer uzaklaştırılır Onunla ihsan ve nimet artar[32]
[1] Bu bölümde geçen görüşlerimizde Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, 2009’daan yararlanılmıştır.
[2] Kudame b. Cafer, Nakdu’ş-şi’r, tahk. Muhammed Abdulmunim Hafaci, Dâru’l-kutub el-ilmiye, Beyrut, s. 64; http://akhbaar.org/home/2012/02/125003.html
[3] İbnKuteybe, eş-Şi’r ve’ş’şuârâ, tahk. Ahmed Muhammed Şakir, Dâru’l-me’ârif, Kahire, c. I, s. 63-64.
[4] İbn Reşik el-Kayrevani, el-Umde fi mehâsini’ş-şi’r ve âdâbihi ve nakdihi, tahk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Dâru’l-cîl, 1981, c. I, s. 27.
[5] el-Muzaffer b. el-Fadl el-Alevî, Nazratu’l-igrîd fî nusreti’l-karîz, tahk. Nuhâ Arif Hasan, Mecmeu’l-luga el-Arabiye, Dimaşk, 1976, s. 353.
[6] İbn Reşîk, el-Umde, c. II, s. 27.
[7] http://library.islamweb.net/newlibrary/display_book.php?idfrom=16405&idto=16415&bk_no=84&ID=3720
[8] el-Muzaffer b. el-Fadl el-Alevî, Nazratu’l-igrîd, s. 356.
[9] el-Muzaffer b. el-Fadl el-Alevî, Nazratu’l-igrîd, s. 357.
[10] İbn Reşik, el-Umde, c. I, s. 29.
[11] el-Muzaffer b. el-Fadl el-Alevî, Nazratu’l-igrîd, 357; İbn Reşik, el-Umde, c. I, s. 29.
[12] el-Curcânî, Delâilu’l-i‘câz, s. 7.
[13] Zemahşerî, el-KeşşâfKeşşâf, c. II, s. 584
[14] Divânu Ömer b. Ebî RebÎa, şerh Fâyiz Muhammed, Dâru’l-kutub el-Arabi, Beyrut 1996, Birinci kısım, s. 124.
[15] Sami el-Anî, el-İslâmu ve’ş-şi’r, s. 37.
[16] Sâmî Mekkî el-‘Anî, el-İslâmu ve’ş-şi’r, ‘Alemu’l-marife, 1990, s. 70; http://shamela.ws/browse.php/book-12222/page-177
[17] el-‘Anî, el-İslâmu ve’ş-şi’r, s. 70.
[18] El-Ani, el-İslâmu ve’ş-şi’r, s. 71.
[19] El-Ani, el-İslâmu ve’ş-şi’r, s. 71.
[20] Divânu Mihyâr ed-Deylemi, s. 261.
[21] Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Fırak kıyısı.
[22] Yahya el- Cuburî, Şi’ru Abede et-Tayyib, Bağdat 1971., s. 45
[23] Divanu Nabiga Benî Şeybân, Dâru’l-kutub el-Misriyye, Kahire 1932, s. 64.
[24] Cahiz, Ebû Osman Amr b. Bahr, el-Beyân ve’t-tebyîn, tahk. Abdusselam Muhammed Harun, Mektebetu’l-hâncî, Kahire, 1998, c. III, s. 365
[25] http://ara.bi/poetry/51464/
[26] http://ara.bi/poetry/51464/
[27] el-Ani, el-İslâmu ve’ş-şi’r, s. 75; http://ftawa.ws/lib/data/alqaber_2.doc
[28] Şerhu Dîvâni Hassân b. Sâbit, şrh. Abdurrahman el-Berkûkî, ss. 1-10
[29] Bu beyitte geçen ifadenin bir benzeri Maide Suresi/5, 19. ayette de geçmektedir: “Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi.”
[30] Dîvânu Hassân b. Sâbit, ss. 82-83, 153-154.
[31] İbn Hişâm, es-Sîre, c. III, ss. 161-162; Dîvânu Ka‘b b. Mâlik, ss. 24-25.
[32] Dîvanu Cerir, şerh Ali Fâ‘ûr, Dâru’l-kutub el-ilmiye, Beyrut 1987, ss. 511-514.
(924)