Eleştirmek Hem Hak, Hem Vazife! Ama Nasıl?
Muhteşem Ahlak dersinde bu hafta Muhammed Emin Yıldırım hocamız, eleştiri ahlakını anlattı. Hocamız, “Eleştirmek Hem Hak, Hem Vazife! Ama Nasıl?” başlığında, eleştirinin ne olduğu, nasıl yapılması gerektiğini, nelere dikkat edilmesini ve daha birçok konuyu Hz. Peygamber (sas) ve Sahabe örnekliğinde bizlere takdim etti.
Dersten Cümleler
Kur’an-ı Kerim en güzel eleştiri kitabıdır ve onlarca eleştiri örneği içerisinde vardır.
Allah Resulü (sas) en güzel eleştirmendir ve onlarca bu işin usulüne dair örneklikler ortaya koymuştur.
Sahabe nesli hem eleştiren, hem eleştirilen bir nesil olarak, onlarca bu işin nasıl olduğuna dair misaller bizlere miras bırakmışlardır.
Kur’an ilaçları veriyor, Sünnet o ilaçların nasıl kullanılacağını gösteriyor, Sahabe nasıl iyileşilebileceğini öğretiyor.
Rabbimiz o yüce kitabında, bazen genel olarak insanı, bazen inkârcıları, bazen münafıkları, bazen müminleri, bazen gönderdiği elçileri ciddi bir şekilde eleştirdiğini görürüz.
İtab ayetlerine örnekler:
1. İbn Ümmü Mektûm olayı: Abese,1-10. ayetler
2. Bedir esirleri meselesi: Enfal, 67-69
3. Münafıklara izin verilmesi: Tevbe, 43-46, 49, 81
4. Tahrim meselesi: Tahrim, 1-3
5. Münafık ve müşriklere dua/istiğfar meselesi: Tevbe, 80
6. Münafıkların cenaze namazına iştirak meselesi: Tevbe, 84
7. Fakirlerle ilgili uyarı: Kehf, 28
Eleştirmenin Arapçası: Tenkit تنقيد
Eleştiri: İyi ve kötü taraflarını ortaya koyarak bir değerlendirme yapmak, uyarmak, ayırmak. Aslında elemek…
Eleştirinin Faydaları:
1. Eleştiri, eksikleri tamamlar.
2. Eleştiri, yanlışları giderir.
3. Eleştiri, fikirleri derinleştirir.
4. Eleştiri, eylemleri güzelleştirir.
5. Eleştiri, hakikate ulaştırır.
Eleştiri usulüne uygun yapılmadığı için hassasiyetler değil, taassuplar artıyor.
“Eleştirmek Hem Hak, Hem Vazife” Nereden çıkarıyoruz bunu? Üzerimize bir farz olan “Emr-i bi’l-Ma’ruf, Nehy-i Ani’l-Münker/İyiliği emretme, kötülüğü nehyetme” emr-i ilahisinden…
Hz. Ebû Bekir’in vefat ettiği gün 22 Cemaziyelahir 13/23 Ağustos 634’dür ve Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’i defnettiği gün hilafete geçmiş, o gün insanlardan biat almıştır.
Hz. Ömer’in Hutbesi:
“Ey İnsanlar! Evet, ben size halife seçildim. Fakat sizin için en hayırlınız, başınızda en kuvvetliniz, acil ve mühim işlerinizde en güçlünüz olmam ümidi olmasaydı bu vazifeyi üzerime almazdım. Ve nasıl alacaksa haklarınızı almak, nereye koyacaksa koymak, nasıl dolaşacaksa aranızda gezip dolaşmakla ihtiyar ve üzgün bir halde hesap gününü beklemek Ömer’e yeterdi. Yardım dileyenlerin el açtığı Allah’a yemin olsun ki, eğer Aziz ve Celil olan Allah rahmeti, inayeti ve takviyesiyle onun elinden tutmazsa, Ömer ne bir kuvvet ve ne de bir çağrıya güveniyor…” (Taberî, Tarih, V, 25)
“Allah (cc) kuşkusuz beni sizin işleriniz için lider yaptı. Ben de sizin için bunların en yararlı olanını bildim. Ve bunda bana yardım etmesini, diğerlerinde olduğu gibi bunda da beni korumasını; aranızda hak tevziinde emrettiği gibi, bana âdil olmayı ihsan etmesini diliyorum. Ulu ve yüce Allah’ın yardımı olmadıkça ben sadece güçsüz bir Müslüman kulum. Sizlerin hilafet makamına gelmiş olmam benim davranışlarımdan hiçbir şey değiştirmeyecek inşallah. Azâmet, yücelik ancak Yüce ve Ulu Allah’ındır. Kullarda bundan hiçbir şey yoktur. Sakın biriniz Ömer halife olduktan sonra durumu değişti demesin. Hakkı kendiliğimden anlar, işimi size takdim eder ve açıklarım. Herhangi bir şahsın ihtiyacı olur veya zulme uğrar yahut da bir davranıştan dolayı bize kızarsa, hemen bunu bana bildirirsin. Ben ancak içinizden bir ferdim. Gerek gizli, gerek aşikâr hallerinizde, namus ve şerefleriniz konusunda Allah’tan korkmanız gerekir. Hakkı kendiliğinizden teslim edin. Birbirinizi dava için bana sevk etmeyin. Zira insanlardan herhangi biriyle benim aramda bir kayırma söz konusu değildir. Doğruluğunuz, benim için memnuniyet vericidir. Günahkârlığınız ise bana zor gelir. Siz, tümünüz Allah’ın beldelerinde bulunan insanlarsınız. Ve Allah’ın verdiği dışında ne ziraatı ve ne de hayvanı olan bir beldenin halkı değilsiniz. Aziz ve yüce Allah size birçok ihsan vaat etmiştir. Ben ise, üzerindeki emanetten ve aranızdaki durumdan sorumluyum. Uhdemdekini kendim bilirim, onu kimseye bırakmam. Bu görevin uzaklara uzanan kısmına ise ancak içinizde, toplumun güvenini kazanmış hayır hah kişilerle erişirim. Ve üzerimdeki emaneti inşallah onlardan başkasına havale etmem.” (Taberî, Tarih, V, 26)
“Ey Müslümanlar! Eğer ben haktan sapar, benden önce sizi yöneten Ebû Bekir’in ve Resulullah’ın yolundan ayrılırsam bana ne yaparsınız.”
“Eğer yoldan saparsan ey Ömer! Seni bu kılıçlarımızla doğrulturuz.”
“Yoldan saparsam beni düzeltmeseniz sizde, siz beni düzeltmek isterseniz ben bunu yapmasam bende bir hayır yoktur. Bana böyle bir cemaat nasip ettiği için Rabbime yüzbinlerce kez hamdolsun!”
Alınması gereken mesajlar:
1. Eleştiri, öncelikle insanın kendisinden işe başlayacağı bir ameldir.
2. Eleştiri, karşılıklı bir hukukun insana yüklediği bir sorumluluktur.
“Önce camiye gel, sonra eleştir!”
3. Eleştiri, belli sorumlulukları taşımayı kabul edenlerin yapması gereken bir iştir.
Önce sorumluluk, sonra eleştiri; önce yük alma sonra kusur bulma, önce yük taşıma sonra tenkit etme…
4. Eleştiri, selim bir niyet ve derin bir ilim gerektiren bir vazifedir.
Ömer’e kılıç gösteren o insanlar en az Ömer kadar ilim sahibi idiler. Kur’an’ı biliyorlar, sünneti biliyorlar; bildikleri için o kılıcı havaya kaldırmaya hak sahibiler…
5. Eleştiri, karşıdakinin anlaması ve gereğini yerine getirmesi gereken bir eylemdir.
Hz. Ömer’in hutbesinin devamı:
“Ey insanlar! Şimdi ben bir dua ediyorum, siz de ‘âmin’ deyin. Allah’ım! Gerçekten ben sert mizaçlıyım. Zâtını ve âhiret yurdumu arzuladığım için, hakka tâbi olmam karşılığında beni, Sana itaat edenlere karşı yumuşak başlı kıl! Zulmetmeden ve haddi aşmadan, düşmanlarına zalim ve münafıklara karşı da bana şiddet ve metanet ihsan eyle. Ey Allah’ım! Ben cimriyim. Halka hizmet esnasında israf etmeden, döküp saçmadan, gösteriş ve şöhret için olmadan adaletli olmak için beni cömert kıl. Bu insanlarda Senin rızanı ve âhiret yurdunu bana arzulat. Müslümanlara karşı bana yumuşaklık, sükûnet ve vakar ihsan et Allah’ım. Ya İlâhi! Gerçekten ben çok gaflet ediyor ve unutuyorum. Her an bana Seni zikretmeyi ve her zaman ölümü hatırlatmayı benim içime koy. Ya Rabbi! Sana hakkıyla itaat etmekten âcizim. Samimiyetle Sana ibadette ancak Senin izzet ve tevfikinle var olan kuvvet ve istek bana nasip eyle. İlâhi! Beni, ilm-i yakîn, iyilik ve takva ile bir de huzurunda duracağımı hatırlatmak ve Senden hayâ etmekle kuvvetlendir. Senin razı olacağın şeylerde bana huşû, her an dürüst olmak ve şüphelerden sakınmak ihsan eyle. Ey Allah’ım! Kitabından her ne okumuşsam, onu ve hakikatini düşünmeyi, anlamayı, manalarını bilmeyi, akıllara hayret veren kısımlarına bakmayı ve hayatta kaldığım müddetçe de onunla amel etmeyi bana ihsan eyle. Hiç şüphesiz ki sen her şeye kadirsin.” (İbn Abdi Rabbih, el-İkdü’l-Ferîd, II,133)
“Ey Müminlerin Emiri! Sen nasıl Allah’ın bize verdiği hakkı bizden esirgiyorsun. Allah Kur’an’da: Nisa Sûresi 20. ayette ‘Onlara kantar kantar, yüklerle mehir verseniz bile geri almayın…’ demiyor mu?”
El-Vakkaf inde’l-Hak/ Hak karşısından anından duran insan…
Hz. Ömer: Hak karşısında duran adam
Hz. Ömer: Haksızlık karşısında susmayan, hak karşısında duran adam…
“Esabet imraetün ve ahta Ömer/ Kadın isabet etti, Ömer ise hata etti!” (Ebû Davud, Nikâh, 28; Tirmizi, Nikâh, 22)
Aişe annemiz diyor ki Hz. Peygamber: “Falana ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” veya “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar!” derdi. (Ebû Davûd, Edeb, 6)
Buhari ve Müslim’de de şöyle geçmektedir: “Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum!” diyordu. (Buhari, Menâkıb, 25; Müslim, Salât, 119)
“Allah Hayy’dır/diridir; Settar’dır/ayıpları örtücüdür, hayâyı ve örtünmeyi sevendir. Öyleyse biriniz yıkanınca örtünsün.” (Ebû Davûd, Hammâm, 2; Nesâî, Gusl, 7)
“Şuna söyleseniz de vücudundaki o sarı boyaları bir yıkasa!” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned,3/133)
Rifâa b. Râfî (ra) naklettiği hadis: (Ebu Davûd, Salât, 143, 144; Tirmizi, Salât, 110)
Eleştiri ahlakının ilkeleri:
1. Tenzil üzerinden yapılmalı, tevil üzerinden yapılmamalıdır.
“Tenzilin inkârı söz konusu değilse, tevilin inkârı tekfiri gerektirmez.” (İmam Ebû Hanife)
2. Hassasiyet yansıtılmalı; ama asla taassuba kapı açılmamalıdır.
3. Empati yapılmalı; ‘ben onun yerinde olsaydım; o benim yerimde olsaydı’ varsayımları düşünülmelidir.
4. Islah öncellenmeli; şahıslar ifşa edilmeden, fiiller ele alınmalıdır.
5. Muhataplar iyice tanınmalı, onların algı, anlayış, kavrayış ve vasıfları göz ardı edilmemelidir.
(2969)