Hadis Öğrenim ve Öğretim Yolları
Hadis Öğrenim ve Öğretim Yolları
Bir hadisi belli esaslara uygun olarak öğrenmeye tahammül, onu ezberden veya bir kitaptan usûlüne uygun rivayet etmeye ise edâ denilmektedir. İkisi birlikte tahammülü’l-ilm kavramıyla ifade edilir.
Sahabe bilgilerini bizzat Hz. Peygamber’den işiterek (müşâfehe), onu görerek (müşâhede) veya diğer sahabîler vasıtasıyla öğrenmekteydi. Onlar öğrendiklerini genellikle ezberleme yoluyla muhafaza ediyor ve bunu pekiştirmek amacıyla da bazen müzâkere ediyorlardı. Bununla birlikte sahabe ve tabiîler arasında unuttuklarında göz atmak amacıyla hadisleri yazanlar da bulunmaktaydı.
Hz. Peygamber’in Öğretim Metodu
1. Erkam’ın Evi
İslam’ın ilk günlerinde Mekke’nin kıyı mahallelerinden birinde Erkam’a ait evi Hz. Peygamber tarafınden ashab ile buluşma yeri olarak seçilmişti. İlk Müslümanlar işte burada hz. Peygamber’in dizinin dibinde efendimize gelen vahyi müzakere ediyorlar, İslam adına öğrendikleri bilgilerle kendilerini geliştiriyorlardı. Diğer bütün işlerin yanında eğitim-öğretim faaliyetleri de burada yürütülüyordu.
Az sayıda olan Müslümanlar ö denemde büyük bir iştiyakla Kur’an ayetlerini ezberlemeye çalışıyor, ezberlediklerini; evlerinde, dükkanlarında vs. müzakere ediyor, anlamaya çalışıyorlardı. Bu arada Kur’an’ın tam bir açıklaması olan hadis-i şeriflerden öğrendiklerini de unutmamak için gözden geçiriyorlardı. Hz. Ömer’in Müslüman olma hadisesi açıkça gösteriyor ki, Müslümanlar evlerinde Kur’an-ı Kerim okuyorlar ve dini bilgilerini müzakere ediyorlardı.[2]
2. Medine’ye Hicretten Sonra
Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince ilk faaliyet olarak bir mescid inşa edildiği bilinen bir gerçektir. Mescidin yapılmasıyla artık Müslümanlar evlerde değil bizzat bu mescitte buluşmaya başlamışlardır. Burası ibadet ve dinî vazifelerin icra edildiği yer olmakla beraber; ilim, fetva meselelerinin, Müslümanları ilgilendiren bütün işlerin görüşülüp karara bağlandığı bir mekân olarak kullanılıyordu.
Mescidin bitişiğinde inşâ edilen ve islamın ilk mektebi olarak bilinen suffa, başöğretmeni Hz. Peygamber olan, hemen hemen bütün sahabenin talebe olduğu mekandır. Hadisler incelendiğinde Efendimizin bu mekanda bizzat eğitime katıldığı, buradan yetişen sahabeyi gerektikçe şehir dışında görevlendirdiği, buraya talebe olanların hadisleri kendi aralarında müzakere ettikleri görülecektir.
3. Sohbet Meclisleri
Hz. Peygamber ashabıyla sık sık sohbet meclisleri oluştururdu. Efendimiz bu maksatla oturduklarında sahabe halka halka etrafında toplanır, anlatılanları dinler, Efendimize sorular sorarlardı. Enes b. Mâlik’in (r.a.) ifadesine göre: “Sahabe sabah namazından sonra halka halka otururlar, Kur’an okur, ferâiz ve hadis öğrenmeye çalışırlardı.”[3]
Sahabenin yaşayış tarzları ve öğrenim hayatları incelendiğinde, Hz. Peygamber’in onlara ilim öğretmek hususunda hiç de cimri davranmadığı anlaşılır.[4]
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ قَالَ أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ عَنْ الْأَعْمَشِ عَنْ أَبِي وَائِلٍ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ قَالَ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَخَوَّلُنَا بِالْمَوْعِظَةِ فِي الْأَيَّامِ كَرَاهَةَ السَّآمَةِ عَلَيْنَا
“Rasulüllah (s.a.v.), bıkkınlık göstereceğimizden endişe ederek, bizlere yaptığı sohbetleri çeşitli günlere dağıtmıştı.”[5]
Gerçekten Hz. Peygamber, modern öğretim müesseselerinin uygulamaya çalıştıkları öğretimde devamlılık prensibini tatbik etmiş; böylece dinleyicilerde bıkkınlık meydana getirmeden, vermek ve öğretmek istediği noktaları, onların zihinlerinde iyice iz bırakacak şekilde yerleştirmiştir.[6]
4. Muhatabın Anlayışına Göre Hitab
Hz. Peygamber insanlara anlayışlarına göre hitab ederdi. Çünkü söylenen sözün içeriği ne kadar önemliyse, karşıdakinin o sözden ne anlayacağı da o derece önemlidir. Anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan şey insanlar arasında çeşitli sıkıntılara sebep olabilmektedir. Bu sebeple Efendimiz, muhatabın anlayışı seviyesini devamlı göz önünde bulundurmuş; yerine göre bir bedevînin anlayış tarzını, kültür seviyesini, içinde bulunduğu diğer şartları dikkate alarak onlara hitap etmiştir.
Ebu Hüreyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadis konumuza güzel bir örnek teşkil etmektedir.
حَدَّثَنَا أَصْبَغُ بْنُ الْفَرَجِ حَدَّثَنِي ابْنُ وَهْبٍ عَنْ يُونُسَ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ أَبِي سَلَمَةَ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ أَعْرَابِيًّا أَتَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ إِنَّ امْرَأَتِي وَلَدَتْ غُلامًا أَسْوَدَ وَإِنِّي أَنْكَرْتُهُ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَلْ لَكَ مِنْ إِبِلٍ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَمَا أَلْوَانُهَا قَالَ حُمْرٌ قَالَ هَلْ فِيهَا مِنْ أَوْرَقَ قَالَ إِنَّ فِيهَا لَوُرْقًا قَالَ فَأَنَّى تُرَى ذَلِكَ جَاءَهَا قَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ عِرْقٌ نَزَعَهَا قَالَ وَلَعَلَّ هَذَا عِرْقٌ نَزَعَهُ وَلَمْ يُرَخِّصْ لَهُ فِي الِانْتِفَاءِ مِنْهُ
Benî Fezâra kabîlesinden birisi Rasulüllah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi:
Karım zenci bir çocuk doğurdu. Bunun benden olduğunu kabul etmedim. Bu açıklamadan sonra Hz. Peygamberle o kişi arasında şu konuşmalar geçti:
– Senin develerin varmı?
– Evet
– Rengi nedir?
– Kırmızı
– Alacaları da varmı?
– Yer yer alacaları da var.
– Bu alacalar ona nereden gelmiş?
– Soyuna çekmiş olabilir
– İşte bu çocuk da soyuna çekmiş olabilir![7]
Bu soruyu kültür seviyesi farklı biri sormuş olsaydı herhalde başka bir anlatım şekliyle cevap alacaktı.
5. Muhatabın Lehçe Farklarını Dikkate Alma
Hz. Peygamber özellikle halk bir kesimine yaptığı sohbetlerde onların kullandığı lehçe farklılıklarına dikkat ederdi. Bu şekilde bir yaklaşımın başarıyı artıracağı, o kesimin gönüllerini kazanacağı dikkatten kaçmaması gereken bir ayrıntıdır.
Mesela meşhur hadis kitaplarının bir çoğunda yer alan şu hadis-i şerif bu konunun en güzel örneğidir. Eş’arî kabilesi kendi lehçelerinde harf-i tarifin lamını mim olarak talaffuz edermiş.
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ صَفْوَانَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ عَنْ كَعْبِ بْنِ عَاصِمٍ اْلاَشْعَرِيِّ وَكَانَ مِنْ أَصْحَابِ السَّقِيفَةِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَيْسَ مِنْ امْبِرِّ امْصِيَامُ فِي امْسَفَرِ
“Yolculukta oruç tutmak birr’den değildir”.[8] Hz. Peygamber de muhtemelen bu kabileye yaptığı bir açıklamada onların lehçeleriyle konuşmuştur.
6. Tane Tane Anlatım
Hz. Peygamber bir şey anlatırken, ya da topluma hitap ederken tane tane konuşurdu. Gerektiğinde aynı ifadeyi üç kere tekrar ederdi. Böylece herkesin rahatça anlayacağı, not alanların kolayca yazabileceği şekilde bir anlatım ortaya çıkardı.
حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الصَّفَارُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الْمُثَنَّى قَالَ حَدَّثَنَا ثُمَامَةُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أَنَسٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ كَانَ إِذَا تَكَلَّمَ بِكَلِمَةٍ أَعَادَهَا ثَلَاثًا حَتَّى تُفْهَمَ عَنْهُ وَإِذَا أَتَى عَلَى قَوْمٍ فَسَلَّمَ عَلَيْهِمْ سَلَّمَ عَلَيْهِمْ ثَلَاثًا
Enes b. Mâlik (r.a.) demiştir ki; “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir şey söylediğinde anlaşılsın diye onu üç kere tekrarlardı. Bir topluluğa selam verdiğinde üç kere verirdi.”[9] Bu ve benzeri yerlerde geçen “üç kere tekrarlardı” sözü, devamlı böyle konuşurdu anlamını taşımaz, gerektiğinde anlaşılması için böyle konuşurdu demektir.
7. Meseleyi Tüm Teferruatıyla Sunma
Hz. Peygamber bir meseleyi açıklarken, iyice anlaşılması için onu teferruatıyla anlatırdı. Öyleki dinleyenler soru sorma ihtiyacı duymazdı. Çünkü soru sorma kabiliyet ister. Herkes soru sormayabilir, ya da ilgisiz şeyler sorarak konunun dağılmasına sebep olabilir. Hz. Peygamber böyle durumlarda, soranı mahcup etmeden, sorulması gerekenin cevabını verirdi.[10]
Mesela Buharî’de geçen bir rivayet konumuz için güzel bir örnektir.
حَدَّثَنَا آدَمُ قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي ذِئْبٍ عَنْ نَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَنْ الزُّهْرِيِّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّ رَجُلًا سَأَلَهُ مَا يَلْبَسُ الْمُحْرِمُ فَقَالَ لَا يَلْبَسُ الْقَمِيصَ وَلَا الْعِمَامَةَ وَلَا السَّرَاوِيلَ وَلَا الْبُرْنُسَ وَلَا ثَوْبًا مَسَّهُ الْوَرْسُ أَوْ الزَّعْفَرَانُ فَإِنْ لَمْ يَجِدْ النَّعْلَيْنِ فَلْيَلْبَسْ الْخُفَّيْنِ وَلْيَقْطَعْهُمَا حَتَّى يَكُونَا تَحْتَ الْكَعْبَيْنِ
Sahabeden biri Hz. Peygamber’e şöyle bir soru sorar: “İhrama giren kişi ne giyer?” Hz. Peygamber cevaben şöyle buyurur: “İhramdaki kişi; ne gömlek, ne sarık, ne şalvar, ne takke, ne de vers ve za’ferânla boyanmış kumaş giyebilir. Ayağına, şayet terlik bulamazsa, mest giysin. Ancak, onu topuklarının altına kadar kessin.”[11]
Hz. Peygamber İhramla alakalı bir soruya bu şekilde detaylı cevap vermiştir. Çünkü ihram konusu hassas bir konudur, ihram yasaklarını çiğnemek ibadete zarar verir.
8. Öğretimde Kolay ve Kestirme Yolu Tercih
Hz. Peygamber öğretirken devamlı kolaylık yolunu seçmiştir. O muğalata yapmaktan ve meseleyi içinden çıkılmaz vaziyete getirmekten kaçınmamızı emretmiştir. Zira kendisi iki şey arasında muhayyer bırakıldığında, günah ve gayri meşrû olmamak şartıyla, daima en kolayını seçmiştir.
9. Şefkatli Bir Eda Tatlı Bir Üslûp
Hz. Peygamber, sahabeye karşı bütün işlerinde mütevâzi bir kardeş, şefkatli bir öğretmen ve merhametli bir baba gibi davranmıştır. Eğitim ve öğretimde hiçbir şeyi eksik bırakmadığı, hayata dair en küçük meselelere bile parmak basan bir tavırla örnek bir toplum ortaya çıkardığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir.[12] Mesela, tuvalet adabını öğretirken şöyle buyurmuştur:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ النُّفَيْلِيُّ حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُبَارَكِ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَجْلَانَ عَنْ الْقَعْقَاعِ بْنِ حَكِيمٍ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّمَا أَنَا لَكُمْ بِمَنْزِلَةِ الْوَالِدِ أُعَلِّمُكُمْ فَإِذَا أَتَى أَحَدُكُمْ الْغَائِطَ فَلا يَسْتَقْبِلْ الْقِبْلَةَ وَلا يَسْتَدْبِرْهَا وَلا يَسْتَطِبْ بِيَمِينِهِ
“Size karşı ben, babanız yerindeyim. Size her şeyi öğretme durumundayım: Sizden birisi tuvalete gittiğinde, önünü veya arkasını kıbleye dönmesin. Doğuya veya batıya dönsün. Taharetini sağ eliyle almasın…”[13]
Sahabe Devrinde Hadis Öğrenimi
Sahabe Hz. Peygamber’den bir şeyler duyabilmek, yeni bilgiler öğrenebilmek için bütün imkanlarını seferber etmişlerdir. Ekilecek toprağı bulunmayan, bir meslek sahibi olmayan kişiler kendilerini suffa’ya vakfetmiş, ilim tahsili için gayret göstermektedir. Bakacak bir ailesi bulunanlar ise, nöbetleşe işlerini takip ederken bir yandan da katılamadıkları dersleri takip eden arkadaşlarından dinlemişlerdir. İşte bu teşebbüslere kısa kısa örnekler verilecektir.
1. Uygulamak İçin Öğrenmek
Sahabe bilgiyi, sırf öğrenmek için değil, onları pratik hayata tatbik etmek için öğreniyorlardı.
Ebu Abdurrahman es-Sülemî şöyle demiştir: Bize Kur’an’ı okuyup öğreten hocalarımız şunu anlattılar: Biz, Kur’ân-ı Kerimden on âyet öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenip tatbik etmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik.[14]
Hz. Peygamber’in ashabı eğitim ile öğretimi birlikte yürütmüşler, öğrendiklerini mutlaka pratik hayatta uygulamışlardır.
2. Bilgiye Ulaşmak İçin Gurbet
Sahabeden uzak diyarlarda ikamet edenler gelip Hz. Peygamber’in yanında günlerce kalırlardı. Böylece islam’ın esaslarını ve ibadetlerini öğrenir sonra da memleketlerine dönerek öğrendiklerini oradakilerle paylaşırlardı.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ قَالَ حَدَّثَنَا أَيُّوبُ عَنْ أَبِي قِلَابَةَ قَالَ حَدَّثَنَا مَالِكٌ أَتَيْنَا إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ شَبَبَةٌ مُتَقَارِبُونَ فَأَقَمْنَا عِنْدَهُ عِشْرِينَ يَوْمًا وَلَيْلَةً وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَحِيمًا رَفِيقًا فَلَمَّا ظَنَّ أَنَّا قَدْ اشْتَهَيْنَا أَهْلَنَا أَوْ قَدْ اشْتَقْنَا سَأَلَنَا عَمَّنْ تَرَكْنَا بَعْدَنَا فَأَخْبَرْنَاهُ قَالَ ارْجِعُوا إِلَى أَهْلِيكُمْ فَأَقِيمُوا فِيهِمْ وَعَلِّمُوهُمْ وَمُرُوهُمْ وَذَكَرَ أَشْيَاءَ أَحْفَظُهَا أَوْ لا أَحْفَظُهَا وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي فَإِذَا حَضَرَتْ الصَّلاةُ فَلْيُؤَذِّنْ لَكُمْ أَحَدُكُمْ وَلْيَؤُمَّكُمْ أَكْبَرُكُمْ
“Biz davaya gönül vermiş samimi bir grup gençtik. Nebiye (s.a.v.) gelerek geceli gündüzlü yirmi gün yanında kaldık. Bir müddet geçtikten sonra, bizim ailemizi özlediğimizi hissetti, yerimize kimi bıraktığımızı sordu. Biz de anlattık. Bunun üzerine: Artık ailelerinizin yanına dönün ve onların yanında kalın. Burada öğrendiklerinizi onlara da öğretin. Daha birçok şey söyledi. Sonra şöyle buyurdu: beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de öyle kılın. Namaz vakti girdiği zaman biriniz ezan okusun, içinizde en büyüğünüz imam olsun.” [15]
3. İlimde Nöbetleşme
Sahabe Hz. Peygamber’in etrafında ilim meclisleri oluşturur, o mübarek ağızdan çıkan sözleri kana kana sindirirlerdi. Ama herkesin zamanı devamlı müsait olmuyordu. Bu sebeple birbirleriyle anlaşarak nöbetleşe iş gören ve nöbetleşe Efendimizin sohbetinde bulunanlara fazlaca rastlamak mümkündü. İşte böyle bir faaliyete Hz. Ömer (r.a.) ile Medineli komşusu misal verilebilir.
حَدَّثَنَا أَبُو الْيَمَانِ أَخْبَرَنَا شُعَيْبٌ عَنْ الزُّهْرِيِّ ح قَالَ أَبُو عَبْد اللَّهِ وَقَالَ ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنَا يُونُسُ عَنْ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي ثَوْرٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ عَنْ عُمَرَ قَالَ كُنْتُ أَنَا وَجَارٌ لِي مِنْ الْأَنْصَارِ فِي بَنِي أُمَيَّةَ بْنِ زَيْدٍ وَهِيَ مِنْ عَوَالِي الْمَدِينَةِ وَكُنَّا نَتَنَاوَبُ النُّزُولَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَنْزِلُ يَوْمًا وَأَنْزِلُ يَوْمًا فَإِذَا نَزَلْتُ جِئْتُهُ بِخَبَرِ ذَلِكَ الْيَوْمِ مِنْ الْوَحْيِ وَغَيْرِهِ وَإِذَا نَزَلَ فَعَلَ مِثْلَ ذَلِكَ…
“Benim, Ümeyye b. Zeyd oğulları sülalesinden, ensardan bir komşum vardı. Medine’nin muhtaç ailelerindendi. Rasulullah’ın ilim meclislerini, onunla nöbetleşe takip ederdik. Birgün o gider, bir gün de ben giderdim. Ben gittiğim zaman o günün haberlerini, gelen vahiyleri, öğrendiğim bütün bilgileri ona aktarırdım. Onun nöbetinde de aynı şekilde o bana aktarırdı…”[16]
Hadisler kitaplarında bu metodun oldukça yaygın olduğunu görmek mümkündür.
4. Devamlı Müzakere
Sahabe, Hz. Peygamber’den işittikleri hadisleri, kendi aralarında devamlı müzakere eder ve onları hafızalarına iyice yerleştirirlerdi. Enes b. Mâlik’in (r.a.) şu ifadesi bu hususa ışık tutmaktadır: “Biz, Peygamberimizin yanında bulunur ve O’ndan hadis öğrenirdik. Yanından ayrıldığımız zaman, kendi aramızda, onları iyice belleyinceye kadar müzakere yapardık.”[17]
Hadis Öğrenim-Öğretim Yolları
1. Semâ’ (السماع لفظ الشيخ)
İlk devirlerdeki hadis talebeleri hadisleri bizzat hocadan duyup dinleme yoluyla alırlardı. Hocanın ezberinden veya yazılı bir metinden okuyarak rivayette bulunması; öğrencinin hocadan bizzat duyarak bu rivayeti öğrenmesine semâ’ metodu denilmektedir.
Hadis ilminde bu yöntem ittifakla en değerli ve geçerli yöntem olarak kabul edilmiştir.
Şartlarına haiz, mütehassıs bir hocadan hadisler ya topluca veya tek başına bir kişi duyabilir.
İmla Metodu
Hoca, ezberinden veya yazılı vesikadan okuyarak rivayet ettiği hadisleri yazdıracak olursa buna imla denir. Kısaca, hocanın talebesine hadis yazdırması demek olan imlâ, semâ’ yoluyla hadis öğrenimine dahil ve bütün usûllerden üstün kabul edilmektedir.[18]
– İmlâ meclisi: Önceden belirlenmiş zamanda büyük kalabalıklara hadis rivayet edip yazdırılan yerlere denir.
– Mümlî: İmla ettiren yani hadisi yazdıran hocaya denir.
– Müstemlî: Hocanın sözlerini tekrar ederek uzaktakilerin duymasını sağlayan görevlilere denir.
– Emâlî: İmla yoluyla elde edilen rivayet metinlerinden oluşan kitaplara denir.
2. Kırâet (القراءة علي الشيخ)
Talebenin, hocasının rivayet hakkına sahip olduğu bir hadisi veya hadis kitabını onun karşısında okumasıdır. Bu yönteme arz veya arzu’l-kıraat da denir. Bu yöntemde öğrencinin ezberden veya defterden ya da kitaptan okuduğu hadisi, hocası da ya ezberden yahut kitabından takip edebilir. Hoca kitaptan takip işini güvendiği birine de yaptırabilir.[19]
Bu okuyuş sonunda hem okuyan öğrencinin kendisi hem de varsa, yanındaki diğer öğrenciler bu rivayetleri hocadan almış kabul edilirler.
3. İcâzet (الاجازة)
Bir hocanın rivayet hakkına sahip olduğu hadisleri rivayet etmek için başka bir kimseye izin vermesi demektir. Bu izin sözlü olarak verilebildiği gibi yazılı olarak da verilebilir. Burada ne hocanın ne de talebenin okuması vardır, hocanın talebesine güvenmesi söz konusudur. İcazet günümüzdeki diploma usulüne benzetilebilir.[20]
4. Münâvele (المناولة)
Hocanın hadis kitabını bir kimseye elden vermesi demektir. Hoca kitabı talebeye sadece vermekle de yetinebilir, onu rivayet etmesi için izin de verebilir. Her iki durumda da, ekser ulemanın benimsediği görüşe göre talebe bu hadis kitabını rivayet edebilir. Çünkü hoca kitabını ona vermekle güvenini göstermiştir.[21]
5. Kitâbet (الكتابة )
Hocanın bir veya daha fazla hadisi yazıp bir kimseye göndermesi demektir. Bu usulde aracı olan kimsenin güvenilir bir olması önemlidir.[22]
6. İ’lâm (إعلام الشيخ)
Hocanın bir hadisi ya da kitabı rivayet hakkına sahip olduğunu bir kimseye sadece bildirmesi demektir. Burada rivayet etmeye dair bir izin söz konusu değildir. Ancak izni muhaddis alimler şart görmüşlerdir. Bunu duyan kimse o hadisi ya da kitabı o hocadan rivayet edebilir, diyenler olmuştur. Ancak bu çok tartışılan bir usuldür.[23]
7. Vasiyyet (الوصية)
Bir yolculuğa çıkmakta olan ya da ölüm döşeğinde bulunan bir hocanın hadis kitabını birine bırakmasıdır. Bu, hocanın o kimseye güvenini gösterir. Dolayısıyla o kimse de söz konusu hadis kitabını o hocadan rivayet edebilir. Bu da çok tartışılan bir usuldür.[24]
8. Vicâde (الوجادة)
Bir kimsenin yasızını tanıdığı bir hocanın el yazısıyla yazılmış hadis kitabını veya bir hocanın rivayet hakkına sahip olduğunu bildiği bir hadis kitabını elde etmesi, bulması demektir. Bu usul daha çok bir aile içinde görülmektedir. Çocuklar, babalarının, dedelerinin bırakmış oldukları kitaplara sahip olmuş ve onlardan rivayette bulunmuşlardır. Günümüzdeki hadis öğrenimi de bu usule benzetilebilir.[25]
Yukarıda sayılan sekiz öğrenim yollarından en yaygın olarak kullanılanı semâ’ ve kırattır. Bu sebeple talebelerin ilk asırlarda hocaların bulunduğu yerlere seyahatler yaparak bu iki yöntemle hadis almaya gayret ettikleri görülmektedir. Bu gayretli yolculuklara zamanla
A. Hadis Öğrenme Amacıyla Yapılan Yolculukları (الرحلة في طلب الحديث)
Hadis öğrenme ve rivayeti ilk ağızdan alma amacıyla yapılan bu yolculukları Hz. Peygamber zamanına kadar götürmek mümkündür. Nitekim Medine dışında bulunan bazı Müslümanların Medine’ye gelip Efendimizden dini kurallarını öğrenmeye gayret ettiklerini yukarıda zikretmiştik. Hz. Peygamber’den sonra sahabenin bulundukları yerlere, daha sonra da hadis alimlerinin yaşadıkları bölgelere bu yolculuklar devam etmiştir.
Hiç süphesiz hadis bilgisi bakımından en zengin merkez Medine idi. Hac ya da umre için Mekke’ye gelenlerden bazıları görevlerini tamamladıktan sonra Medine’ye geçiyor, oradaki sahabeden hadis dinliyorlardı. Buharî’nin hocalarından olan Ali el-Medînî (234/848), “Bir kere hacca gittim ama asıl gayem hadis öğrenmekti” diyerek bahsettiğimiz olaya dikkatimizi çekmektedir.
Sahabe kendi aralarında hadis öğrenmek ya da bildikleri hadisleri teyit etmek amacıyla bu yolculuklara çıkmışlardır. Burada Câbir b. Abdullah’ın Şam’a bir aylık yolculuk sonucu ulaşıp Abdullah b. Üneys’den (80/699) elinde bulunan bir hadisi öğrendiğini, Ebu Eyyüb el-Ensarî’nin Mısır’a giderek Ukbe b. Âmir’den (58/687) hafızasındaki bir hadisi teyit ettirdiğini, yapılan bu yolculuklara örnek olarak zikredebiliriz.
Bugün “bilgi ve görgü artırmak” ya da “ihtisas yapmak” için yut dışı ilim merkezlerine belli sürelerle gidilmesi, geçmişte özellikle hadis derlemek maksadıyla yapılan yolculukları
değerlendirmemize yardımcı olmaktadır.[26]
Bu fedakârca yolculuklar müsteşriklerce de takdirle karşılanmıştır. Mesela Goldziher (1921) şöyle demektedir.
“Yorulma bilmeyen halis talebeleri, İslam dünyasının bir köşesinden başka bir kçşesine, Endülüs’ten Ortaasya’ya yürüdüler ve kendi dinleyicilerine nakletmek için her yerden hadis topladılar. Muhtelif bölgelere dağılmış hadisleri, sahih bir şekilde toplamayı sağlayan yegane metot buydu. Hadis talebeleri bütün bu memleketleri manzara seyretmek ve tecrübe kazanmak için gezmediler.Bilakis tıpkı sırf meyvelerini toplamak için konan kuş gibi onlar da bölgedeki hadisçilerle buluşmak, onların her birinden hadis dinlemek ve istifâde etmek için seyahat ettiler.”[27]
Bu konuyla alakalı müstakil eserler de hazırlanmıştır. Hatîb el-Bağdâdî’nin er-Rihle fi Talebi’l-Hadis adlı eseri örnek olarak zikredilebilir.
B. Hadis Fakülteleri (Dâru’l-Hadisler)
Genellikle cami ve medreselerde yürütülen hadis dersleri için sonraki dönemlerde hadis ilminin önemine yaraşır bir biçimde daha sistemli metodlar geliştirildi. Geliştirilen bu sistemli ve programlı hadis müesseselerine Hadis Fakülteleri – Dâru’l-Hadisler denildi. Birer araştırma merkezi bu olan bu müesseselerin hedefi, dağınık bölgelerden toplanan hadis malzemelerini değerlendirmekti. Bu merkezler sayesinde, artık hadis meraklıları şahısların yanına değil, bu merkezlere gitmeye başlamışlardı.
İlk Kurulan Hadis Fakülteleri
Kaynakların verdiği bilgiye göre, İslam aleminde kurulan en eski dâru’l-hadis, hicri 563’de bugünkü Şam’da inşa edilmiştir. Kurucusu, Selçuklu Atabeylerinden Nureddin Mahmut Zengî’dir (569/1173). İkinci bir daru’l-hadis’in 622 senesinde Eyyübî sultanlarında el-Melikü’l-Kâmil Nâsıruddin Muhammed tarafından Kahire’de kurulduğunu görüyoruz. Bundan kısa bir müddet sonra 626 senesinde yine Şam’da bir dâru’l-hadis’in kurulduğunu görüyoruz. Eyyubî sultanlarından el-Melikü’l-eşref Musa b. Adil tarafından kurulan bu fakültenin müderrisleri arasında; İbnu’s-Salah (643/1245) ve Muhyiddîn en-Nevevî de (676/1277) bulunmaktaydı.[28]
Selçuklu ve Osmanlılar tarafından memleketin her köşesinde dâru’l-hadisler inşa edilmiştir. Osmanlılarda en yüksek mertebe dâru’l-hadis müderrisliği olup müderrisin yevmiyesi 100 akçe idi. Aynı tarihlerde dâru’ş-şifa’nın yani tıp fakültesi müderrisinin yevmiyesi ise 60 akçe idi.[29]
Günümüzde Durum
Bugün faaliyet gösteren herhangi bir dâru’l-hadis maalesef yoktur. Osmanlı ve İslam ülkelerinde bulunan dâru’l-hadisleri Prof. Dr. Tayyip Okiç, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sini tarayarak tek tek göstermiştir.[30]
(6962)