Hadis ve Sünnet Kavramı

HADİS USÛLÜ AÇISINDAN HADİS, SÜNNET, HABER VE ESER KAVRAMLARI

A- HADİS (الحديث)

Son devir hadisçilere göre “hadis” ve “sünnet” eşanlamlıdır. Her ikisinden de “Resûlüllah’a ait olan bir söz, iş, takrîr veya sıfat” kastedilmektedir. Fakat bu iki kelimenin köklerine inilince, gerek sözlük gerekse terim manaları arasında fark olduğu göze çarpar. Buna göre:

  1. Hadis; haber vermek anlamına gelen (التحديث)’den isimdir. Sonraları Hz. Peygamber’e nisbet edilen söz, fiil ve takrîr’e bu isim verilmiştir.
  2. Bazı bilginler, hadîs kelimesindeki “yenilik” manasını göz önüne alarak; zıddı olan (قديم kadîm/eski, evveli olmayan) kelimesini Allah kelamı için, (حديث hadîs/yeni) kelimesini de Resulüllah’a ait olarak nakledilen haberler için kullanmışlardır.

İbn Hacer el-Askalânî şöyle demektedir: “Şeriat örfünde hadisten mak­sat Resûl-i Ekrem’e izafe edilen şeylerdir. Hadis sözüyle, kadîm olan Kur’ân-ı Kerîm’in mukabili kastedilmiş gibidir.[1]

1- Ayetlerde Hadis Kavramı

a. فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ : Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler![2]

b. اللَّهُ نَزَّلَ أَحْسَنَ الْحَدِيثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا : Allah, sözün en güzelini; ayetleri (güzellikte) birbirine benzeyen bir kitap olarak indirmiştir.[3]

2- Hadislerde Hadis Kavramı

Bizzat Peygamber Efendimiz de kendi sözü hakkında hadis ke­limesini kullanmıştır; böyle söylemekle sanki o, kendine ait olanla olmayanı birbirinden ayırmış gibidir; hatta denebilir ki, hadis sözü­nün sonraları bir ıstılah olarak kullanılması hususundaki prensibi Hz. Peygamber ortaya koymuştur.

عن أبي هريرة أنه قال : قلتُ يا رسول الله مَنْ أسْعَدُ النّاسِ بِشَفَاعَتِكَ يَوْمَ الْقِياَمَةِ. قال رسول الله صلى الله عليه وسلم : لَقَدْ ظَنَنْتُ يَا أبا هُرَيْرَةَ أنْ لا يَسْألَني عَنْ هذا الْحَدِيثِ أحَدٌ أوَّلَ مِنْكَ! لمِاَ رأيتُ مِنْ حِرْصِكَ عَلَى الْحَدِيثِ؛ أسْعَدُ الناسِ بِشَفاَعَتي يَوْمَ الْقِيَامِةِ مَنْ قال لا إله إلا الله خَالِصاً مِنْ قَلْبِهِ أوْ نَفْسِهِ

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resûl-i Ekrem’e gelerek, kıyamet günü şefaatine mazhar olacak en mesut insanın kim oldu­ğunu sordum. Resûlullah (s.a.), “Ey Ebu Hureyre! hadis öğrenmedeki aşırı arzunu gördüğümden dolayı bu hadisi senden önce kimsenin sormayacağını biliyordum. Kıyamet günü şefaatime mazhar olacak en mesut insan, kalbinden (ya da içinden) ihlasla La ilahe illallah diyen kişidir”[4] buyurdu.

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette de Efendimizin sözleri hadis olarak zikrediliyor.

أخبرني وهبُ بْن مُنَبِّهٍ عن أخيه قال: سمعتُ أبا هريرة يقول: ماَ مِنْ أصْحَابِ النَّبِي صلى الله عليه وسلم أحَدٌ أكْثَرَ حَدِيثاً عَنْهُ مِنّي إلاّ مَا كَانَ مِن عَبْدِ اللهِ بنِ عَمْرٍو فَإنَّهُ كَانَ يَكْتُبُ وَلا أكْتُبُ

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki; Nebi (s.a.) ashabı arasında, benden çok hadis rivayet eden kimse yoktur. Ancak Abdullah b. Amr (r.a.) hariç. Zira o hadisleri yazardı, ben yazmazdım.[5]

عن أبي هريرة قال: إن الناس يقولون أكْثَرَ أبو هريرةَ ولوْلاَ آيتاَنِ فيِ كِتاَبِ اللهِ ماَ حَدَّثْتُ حَدِيثاً. ثُمَّ يَتْلُو ﴿ إنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ ماَ أنْزَلْناَ مِنَ الْبَيَّناَتِ وَالْهُدَى ﴾ إلى قوله ﴿ الرحيم ﴾  (البقرة 159-160) إنَّ إخْواَنَناَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ كَانَ يَشْغَلَهُمُ الصَّفْقُ بِالْأسْواَقِ، وإنَّ إخْواَنَنَا مِنَ الأنْصاَرِ كَانَ يَشْغَلُهُمُ الْعَمَلُ في أمْوَالِهِمْ، وإنَّ أبا هريرة كان يَلْزَمُ رَسُولُ الله صلى الله عليه وسلم بِشِبَعِ بَطْنِهِ، وَيَحْضُرُ مَا لاَ يَحْضُرُونَ وَيَحْفَظُ مَا لاَ يَحْفَظُونَ.

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor; İnsanlar, Ebu Hureyre çok rivayet ediyor, diyorlar. Eğer Allah’ın kitabında iki ayet bulunmasaydı hiçbir hadis rivayet etmezdim. Sonra ayetleri okudu. “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.”[6] Muhacir kardeşlerimizi çarşılarda alış-veriş, Ensar kardeşlerimizi de bahçelerindeki işleri meşgul ederdi. Ebu Hüreyre ise karın tokluğuna Resûlullah (s.a.)’den ayrılmazdı, onların bulunmadıkları meclislerde bulunur ve onların ezberleyemedikleri sözleri ezberlerdi.[7]

عن عبد الرحمن بن هرمز الأعرج أنَّهُ سَمِعَ أباَ هُرَيْرَةَ يَقُولُ: وَاللهِ لَوْلاَ آيتاَنِ في كِتاَبِ اللهِ تعالى مَا حَدَّثْتُ عَنْهُ يَعْنِي عَنِ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم شَيْئًا أبَدًا لَوْلَا قَوْلُ اللِه ﴿  إنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أنْزَلَ اللهُ مِنَ الْكِتَابِ ﴾ إلى آخر الآيتين

Abdurrahman bin Hürmüz el-A‘rac’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre o Ebu Hüreyre’den (r.a.) şöyle söy­lediğini işitmiştir: Vallahi Allah Teâlâ’nın kitabındaki iki ayet olmamış olsaydı ben Hz. Peygamber’den hiç bir şey rivayet etmezdim. Allah’ın şu kavli olmasaydı. “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.”[8] (İbn Mace, Kitabu’l-Mukaddime, 24)

أنَّ عُرْوَةَ بْنَ الزُّبَيْرِ حَدَّثَهُ أنَّ عَائِشَةَ قَالَتْ: ألاَ يُعْجِبُكَ أبوُ هُرَيْرَةَ جَاءَ فَجَلَسَ إلى جَنْبِ حُجْرَتِي يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم يُسْمِعُنِي ذلِكَ، وَكُنْتُ أسَبِّحُ، فَقَامَ قَبْلَ أنْ أقْضِي سُبْحَتِي، وَلَوْ أدْرَكْتُهُ لَرَدَدْتُ عَلَيْهِ،  إنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم لَمْ يَكُنْ يَسْرُدُ الْحَدِيثَ كَسَرْدِكُمْ

Âişe şöyle demiştir: Ebu Hureyre’ye şaşmaz mısın? Gelip hücremin yanına oturdu. Hz. Peygamber’den (s.a.) hadis rivayet edi­yor, bunu da bana işittiriyordu. O ara (nafile) namaz kılıyordum. Namazımı bitirmeden kalktı gitti. Ona yetişseydim kendisine tekrar ettirecek, Resûlüllah (s.a.) hadisi sizin serdettiğiniz (peş peşe söylediğiniz) gibi serdetmezdi diyecektim.[9]

B- SÜNNET (السنة)

Sünnet sözlükte “yol” ve “gidişat, hareket tarzı” anlamındadır.

Kur’an’da Allah’ın (cc) kâinat, tabiat ve şeriat esaslarıyla ilgili değişmez kanun ve kurallarına “sünnetullah”, Eski kavimlerin, örf ve adetlerine, yaşam biçimlerine ve medeniyetlerine de “sünnetü’l evvelin/öncekilerin hal ve hareketleri” tabir olunmaktadır.

Sünnetin terim manası ise “hadis”in manalarını da ifade edecek şekilde “Efendimizin, bütün mübarek sözlerini, tüm örnek hareketlerini, tasvip, tasdik ve hatta takdir manasına sükût buyurduğu bütün takrirlerini” içine alır. Yani Sünnet, Hz. Peygamberimizin “Hayat sistemi” olmaktadır. Bu mana ile ilgili olarak “sünnet”, “Resûl-i Ekrem’in takîb ve tatbik ettiği dini yol ve tutum” için kullanılırdı.

فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ المَهْدَيَّينَ عَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذْ

Size benim sünnetime ve hidâyete ermiş Râşid Halifelerin sünnetine sarılmanızı tavsiye ediyorum. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerinizle ona yapı­şın.[10]

1- Ayetlerde Sünnet Kavramı

مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ فِيمَا فَرَضَ اللَّهُ لَهُ سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُ وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَقْدُورً

Allah’ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber’e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah’ın âdeti böyle idi. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.[11]

سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلاَ تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلاً

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme bulamazsın.[12]

سُنَّةَ اللَّهِ فِي الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا

Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.[13]

سُنَّةَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللَّهِ تَبْدِيلًا

Allah’ın, öteden beri süregelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.[14]

لاَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الأَوَّلِينَ

Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hala buna (Kur’an’a) inanmıyorlar.[15]

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ أَن يُؤْمِنُوا إِذْ جَاءهُمُ الْهُدَى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ إِلَّا أَن تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْأَوَّلِينَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلًا

Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir![16]

2- Hadislerde Sünnet Kavramı

سَمِعَ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِي اللَّه عَنْه يَقُولُ جَاءَ ثَلَاثَةُ رَهْطٍ إِلَى بُيُوتِ أَزْوَاجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْأَلُونَ عَنْ عِبَادَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمَّا أُخْبِرُوا كَأَنَّهُمْ تَقَالُّوهَا فَقَالُوا: وَأَيْنَ نَحْنُ مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ قَدْ غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ، فقَالَ أَحَدُهُمْ: أَمَّا أَنَا فَإِنِّي أُصَلِّي اللَّيْلَ أَبَدًا، وَقَالَ آخَرُ: أَنَا أَصُومُ الدَّهْرَ وَلَا أُفْطِرُ، وَقَالَ آخَرُ: أَنَا أَعْتَزِلُ النِّسَاءَ فَلَا أَتَزَوَّجُ أَبَدًا، فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ: أَنْتُمُ الَّذِينَ قُلْتُمْ كَذَا وَكَذَ؟ أَمَا وَاللَّهِ إِنِّي لَأَخْشَاكُمْ لِلَّهِ وَأَتْقَاكُمْ لَهُ ؛ لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ، وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ، وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ، فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber’in (s.a.) eşlerinin hâne-i saâdetlerine bir grup erkek gelerek Resûlullah’ın (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: “Resûlullah kim, biz kimiz? Allah O’nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O’na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: “Ben artık hayatım boyunca yatmayıp geceleri namaz kılacağım” dedi. İkincisi: “Ben de hayatımca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim” dedi. Üçüncüsü de: “Kadınları ebediyen terk edip, evlenmeyeceğim” dedi. (Bilâhare durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber (s.a.) onları bularak: “Sizler böyle böyle söylemişsiniz öylemi? Yemin ederim ki Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar, bazen tutmam; biraz namaz kılarım, biraz uyurum; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir” buyurdu.[17]

عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :‏ النِّكَاحُ مِنْ سُنَّتِي، فَمَنْ لَمْ يَعْمَلْ بِسُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّي، وَتَزَوَّجُوا فَإِنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمُ الأُمَم،َ وَمَنْ كَانَ ذَا طَوْلٍ فَلْيَنْكِحْ، وَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَعَلَيْهِ بِالصِّيَامِ؛ فَإِنَّ الصَّوْمَ لَهُ وِجَاءٌ ‏

Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir. Evleniniz. Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çoğunluğunuzla övüneceğim. Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin evlenme gücü bulunmayan da oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için (harama karşı) bir kalkandır.[18]

Sonuç olarak: Hz. Peygamber’in sözleriyle işleri ve tuttuğu yol; kıymet ölçüsü, hedef ve gaye bakımlarından aynı ve birbirine uygun olduğundan, “hadis” ve “sünnet”, bilginlerin çoğu tarafından eş manalı olarak kabul edilmiş ve kullanılmıştır.

Bunların sözlü olanına “sözlü sünnet”, Hz. Peygamber’in iş ve hareketlerine ait olanına “filî sünnet”, başkasının sözünü duyduğu, işini gördüğü veya kendisine nakledildiği halde tasvib etmesine ait olanına da “takrirî sünnet” adı verilir. Bu üç çeşit sünnetin söz ve yazı halinde nakledilen şekline yaygın olarak hadis denilmektedir.

C- HABER (الخبر)

Haber kelimesi, herhangi bir olay veya konuya dair elde edilen bilgi manasına gelir. Haber, duyularla ve akıl yürütmekle ulaşılması mümkün olmayan bilgileri elde etmek için başvurulması zorunlu bir kaynaktır.

Hadis terimi olarak Hz. Peygamber, sahabe, tabiin ve daha sonrakilerden nakledilen bilgi demektir. Buna göre haber hadisten daha geniş bir anlama sahiptir. Zira hadis sadece Hz. Peygambere ait bir haberdir.

Ancak hadis ve haber yer yer eş anlamlı olarak kullanılmıştır.[19] Haber, ayetlerde bizim kullandığımız manada habere ve iş, durum, vaziyete, hadislerde ise vahye isim olmuştur.

1- Ayetlerde Haber Kavramı

إِذْ قَالَ مُوسَى لِأَهْلِهِ إِنِّي آنَسْتُ نَارًا سَآتِيكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ أَوْ آتِيكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ

Hani Musa, ailesine şöyle demişti: Gerçekten ben bir ateş gördüm. (Gidip) size oradan bir haber getireceğim, yahut bir ateş parçası getireceğim, umarım ki ısınırsınız![20]

قُل لاَ تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ

De ki: “Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi.[21]

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَ  : İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.[22]

2- Hadislerde Haber Kavramı

قرأ رسُولُ اللَّهِ : يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أخْبَارهَا. قالَ: أَتَدْرُونَ مَا أخْبَارُهَا؟ قَالُوا: اللَّهُ وَرَسُولُهُ أعْلَمُ. قَالَ: هُوَ أنْ تَشْهَدَ عَلى كُلِّ عَبْدٍ وَأمَةٍ بِمَا عَمِلَ عَلى ظَهْرِهَا، تَقُولُ: عَمِلَ يَوْمَ كَذَا وَكذَا وَكذَا وَكَذَا فَهذِهِ أخْبَارُهَا

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.) İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır, meâlindeki ayeti okudu ve “Arzın anlatacağı haberleri nelerdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Yanındakiler, Allah ve Resûlü bilir, diye cevap verdiler. Resûlullah buyurdu ki: “Bu haber, kadın ve erkek her kulun üzerinde yaptıklarına şâhidlik etmesidir. Şu ayda, şu günde, şu şu işi yaptı” diyecektir.[23]

فَبَلَغَ ذَلِكَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ , فَقَالَ: أَلا تَأْمَنُونِي، وَأَنَا أَمِينُ مَنْ فِي السَّمَاءِ ؟ يَأْتِينِي خَبَرُ السَّمَاءِ صَبَاحًا وَمَسَاءً

…Bu haber Hz. Peygamber’e ulaşınca (Resûlullah buyurdu ki); Bana güvenmiyor musunuz? Ben göktekinin eminiyim. Bana sabah akşam göğün haberi geliyor.[24]

أُمُّ أَيْمَنَ تَبْكِي ، فَقِيلَ لَهَا : يَا أُمَّ أَيْمَنَ تَبْكِينَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ؟ ، قَالَتْ : إِنِّي وَاللَّهِ مَا أَبْكِي عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ لا أَكُونَ أَعْلَمُ أَنَّهُ قَدْ ذَهَبَ إِلَى مَا هُوَ خَيْرٌ لَهُ مِنْ الدُّنْيَا ، وَلَكِنِّي أَبْكِي عَلَى خَبَرِ السَّمَاءِ انْقَطَعَ

Ümmü Eymen (Efendimizin vefatından sonra) ağlıyordu. Kendisine, Resûlullah’a mı ağlıyorsun ey Ümmü Eymen denilince şöyle cevap verdi: Vallahi ben Resûlullah’a ağlamıyorum, çünkü onun bu dünyadan daha hayırlı bir yere gittiğini biliyorum. Fakat ben, semadan gelen haber (vahiy) kesildi ona ağlıyorum.[25]

Haber kelimesi, hadis bilginlerince “hadis”le eş anlamlıdır. Resûl-i Ekrem’e, ashabına ve tabiinden birine dayanan söze “haber” derler.

Ancak, sadece Peygamberden gelenlere “hadis”, diğerlerinden gelenlere ise “haber” diyenler de olmuştur.

Haber daha geniş manalı bir kelimedir. Her hadis, aynı zamanda haberdir, fakat yukarıdaki fark göz önüne alınınca her habere hadis denemez.

D- ESER (الأثر)

Eser sözlükte iz ve bir nesnenin yerinde kalan kalıntısı anlamına gelmektedir.

Hadis terimi olarak haberle aynı manada kullanılmaktadır. Ancak Horasanlı fakihler Hz. Peygamber’den rivayet edilenlere haber, sahabeden gelenlere ise eser demişlerdir. Bazı alimler Hz. Peygamber, sahabe ve tabiinden nakledilen bütün rivayetlere eser denileceği görüşündedir.[26]

1- Ayetlerde Eser Kavramı

فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ أَثَرِ الرَّسُولِ : o elçinin izinden bir avuç aldım…[27]

سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ : Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir.[28]

قَالَ هُمْ أُولَاء عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى  : Musa, işte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.[29]

فَانظُرْ إِلَى آثَارِ رَحْمَتِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا : Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor.[30]

2- Hadislerde Eser Kavramı

وعن ابن مسعود رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ قال: دَخَلْتُ عَلى رسول اللَّهِ  وَقَدْ نَامَ عَلَى رِمَالٍ حَصِيرٍ وَقَدْ أثَّرَ في جَنْبِهِ. فَقُلْتُ يَا رسُولَ اللَّهِ: لَوِ اتّخَذْنَا لَكَ وَطَاءً تَجْعَلُهُ بَيْنَكَ وَبَيْنَ الحَصِيرِ يَقِيكَ مِنْهُ؟ فقَالَ: مَالِى وَلِلدُّنْيَا؟ مَا أنَا وَالدُّنْيَا إَّ كَرَاكِبٍ اسْتَظَلَّ تَحْتَ شَجَرَةٍ ثُمَّ رَاحَ وَتَرَكَهَا

İbn Mesûd (r.a.) anlatıyor: Resûlullah’ın (s.a.) yanına girdim. Bir hasırın üzerinde uyuyordu. Hasır, vücudunda izler bırakmıştı. “Ey Allah’ın Resûlü dedim, sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı seni korusa!” dedim. Resûlullah şöyle buyurdu: Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenen sonra orayı terkedip giden yolcunun misali gibidir.”[31]

Horasan fıkıh bilginleri, Hz. Peygamberden gelene “haber”, ashabdan gelene de “eser” adını vermişlerdir.[32]

[1] Suyutî, Tedrîbu’r-Râvî, 4
[2] Tûr, 34
[3] Zümer, 23
[4] Buhârî, Kitabu’l-ilim, 33
[5] Buhârî, İlim 39
[6] Bakara, 159-160
[7] Buhârî, İlim 42
[8] Bakara, 159-160
[9] Müslim, Fedailu’s-Sahabe 35
[10] Tirmizi, İlim 16
[11] Ahzab, 38
[12] İsra, 77
[13] Ahzab, 62
[14] Fetih, 23
[15] Hicr, 13
[16] Kehf, 55
[17] Buhârî, Nikah 1; Müslim, Nikah 5
[18] İbn Mace, Nikah, 1
[19] Ahmet Yücel, Hadis Usûlü, 106
[20] Neml, 7
[21] Tevbe, 94
[22] Zilzal, 4
[23] Tirmizî, Kıyâmet 8
[24] Müslim, Zekat 47
[25] Darimî, Vefâtu’n-Nebi
[26] Yücel, a.g.e., 107
[27] Taha, 96
[28] Fetih, 29
[29] Taha, 84
[30] Rum, 50
[31] Tirmizî, Zühd 44
[32] Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, 15-17

(4248)