Hz. Dâvûd’dan (as) Adâlet Dersleri
Siret-i Enbiyâ derslerimiz Hz. Dâvûd ile devam ediyor… Bu haftaki dersimizde Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Hz. Dâvûd’dan (as) Adâlet Dersleri” üst başlığında Hz. Dâvûd’un Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan iki adâlet kıssası üzerinden bu mühim meselede alınması gereken dersleri ve mesajları anlattı. Adâletin tanımı ve nasıl uygulanması gerektiğine dair çok önemli hususların anlatıldığı ders, gerçekten çok önemli idi. Haftaya dönemin son dersini inşallah yapmış olacağız…
Dersten Cümleler
Hz. Dâvûd ile alakalı derslerimiz devam ediyor, bugün onun ile alakalı çok önemli bir ders olarak adâlet dersini yapacağız, inşallah haftaya dönemin son dersini işleyeceğiz orada da adâletin ikamesi için olmazsa olmaz ikinci önemli özellik olarak demir üzerinden kuvveti görmüş olacağız.
Adâlet, rahmet ve kuvvet dengesi ile ortaya çıkan bir meseledir…
Hz. Dâvûd’dan “Adâlet Dersleri” dediğimizde önümüze ikisi Kur’ân’dan biri Hadislerden olmak üzere 3 kıssa çıkar. Bu kıssaları bir hatırlayalım:
Ortaklar Kıssası – Sâd 38/17-30 – 14 âyet
Tarla Kıssası – Enbiyâ 21/78-80 – 3 âyet
İki Bebek Kıssası – (Buhârî, “Enbiyâ”, 40, “Ferâiz”, 30; Müslim, “Hudûd”, 20; Nesâî, “Âdâbu’k-Kudâd”, 14-16)
Kur’ân’ın anlattığı bu iki hüküm ve adâlet kıssası ne zaman nazil olmuştu?
Sâd 38/17-30 – Nübüvvetin 3. yılının sonları
Enbiyâ 21/78-80 – Nübüvvetin 6. yılının sonları
Sâd sûresinin bir ismi de Dâvûd sûresidir. Bu sûre, Nübüvvetin 3. yılının sonlarında toptan yani 88 âyetin tamamı bir anda indirilmiş bir sûredir.
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ
“Sâd. Zikir dolu Kur’an’a yemin olsun ki!” (Sâd 38/1)
Sûre nasıl bitiyor?
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ
“Bu Kur’ân, ancak âlemler için bir zikirdir.” (Sâd 38/87)
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ
“Onun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra (iyice) öğreneceksiniz.” (Sâd 38/88)
Kur’ân ilimleri içerisinde önemli bir ilim dalı vardır; Tenâsibü’l-Kur’ân yada Münasebetü’l-Kur’ân diye…
Sûre, içerisinde başı ve sonu hariç 11 yerde daha zikir ile alakalı mesajları gözlerimizin önüne seriyor. Yani 88 âyetlik bir sûrede 13 kez “zikir” veya onunla alakalı mesajları bize hatırlattı.
Bu 13 kez “zikir” nasıl kullanılıyor?
Kur’ân en büyük zikirdir. (Sâd 38/1, 29, 49, 87)
O en büyük zikir, Peygamberimiz’e indirilmiştir. (Sâd 38/8)
O zikrin en büyük hatırlatmalarından biri önceki peygamberlerin hayatlarıdır. (Sâd 38/17, 32, 41, 43, 45, 46, 48)
Bu sûrede tam 9 peygambere yer verilmektedir: “Davut, Süleyman, Eyyüb, İbrahim, İshak, Ya’kub, İsmail, Elyesa, Zülkifl”
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا / Ve’żkur ‘abdenâ / Kulumuzu hatırla!
Bu kalıbın ne anlam geldiği hatırlayalım:
Unutma!
Hatırla!
Gündem et!
Sürekli onları hatırlat!
Onlardan mesajlar alacağını hatırından çıkarma ve insanlığa duyur!
Kur’ân’ın, tüm mesajları ile bize hatırlattığı ve asla unutmamız gerektiği konusunda telkinde bulunduğu iki önemli hakikat vardır. Nedir bu iki hakikat?
1- Allah’ın hakkı
2- Varlığın hakkı
Allah’ın hakkı dediğimiz mesele: Tevhid
Varlığın hakkı dediğimiz mesele: Adâlet’tir.
Zaten İslâm dediğimiz bu aziz din iki kanatlıdır; biri tevhid diğeri adâlettir…
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
“(Resûlüm!) Sen onların söylediklerine sabret! Kulumuz Dâvûd’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi.” (Sâd 38/17)
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ
“Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi.” (Sâd 38/18)
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَهُٓ اَوَّابٌ
“Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi.” (Sâd 38/19)
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ
“Onun hükümdarlığını güçlendirmiş, kendisine hikmet (peygamberlik) ve anlaşmazlıkları halletme yeteneği/hakla batılı ayıran söz/ güzel konuşma özelliği vermiştik.” (Sâd 38/20)
Bu 3 âyette Hz. Dâvûd’un 10 önemli özelliği bizim nazarlarımıza verildi:
1. وَاذْكُرْ / Hz. Dâvûd’un örnek gösterilmesi
2. عَبْدَنَا / “Abdena/kulumuz” denmesi
3. ذَا الْاَيْد / Güçlü olmakla anılması
4. اَوَّابٌ / Evvâbinden/sürekli Allah’a yöneldiğinin altı çizilmesi
5. سَخَّرْنَا الْجِبَالَ / Dağların onun hizmetine verilmesi
6. وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ / Kuşların da onun tesbihine katılması
7. كُلٌّ لَهُٓ اَوَّابٌ / Tüm varlığın onunla tesbih etmesi ve onun bu tesbihleri duyması
8. وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ / Hükümranlığının kuvvetlendirilmesi
9. وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ / Sağlam bir muhakeme yeteneğine sahip olması
10. وَفَصْلَ الْخِطَابِ / Etkili ve çok doğru bir konuşma özelliğinin olması
وَهَلْ اَتٰيكَ نَبَؤُ۬ا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ
“Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.” (Sâd 38/21)
Bu âyetin dikkat çektiği 5 önemli mesaj:
1- Hz. Dâvûd’a gelen davacıların kıssası biliniyordu ama Kur’ân bu kıssanın hakikatini nazarlara verecekti.
2- Bu kıssa çok önemli bir mesaj taşımaktaydı.
(Nebe kelimesi buna işaret etmektedir. Haber kelimesi ile değil Nebe kelimesi ile gelmesi)
3- Hz. Dâvûd kendisine korunaklı bir saray yaptırmıştı.
4- Hz. Dâvûd günün bazı vakitlerinde ibadet için halkın arasından çekilirdi.
5- Davacılar zaman ve zemini gözetmeden Hz. Dâvûd’a bir dava getirmişlerdi.
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ
“Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacıyız. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adâletle/hakkaniyetle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet!” dediler.” (Sâd 38/22)
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ
“İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.” (Sâd 38/23)
Hz. Ali: “Kim size hikâyecilerin rivayet ettiği şekilde Dâvûd (as) olayını hikâye ederse ona nebilere iftira cezası olan iki yüz altmış sopa vururum.” (Râzî, İsmetü’l-Enbiyâ, s.65)
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ
“Dâvûd şöyle dedi: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” Dâvûd (böyle bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi.” (Sâd 38/24)
وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ
“Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler.”
Peki hiç mi vefalı insan, sadık insan çıkmaz bunların içinden? Çıkar ama onlar azdır:
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ
“Yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!”
وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعًا وَاَنَابَ
“Dâvûd (böyle bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine Rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi.”
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ
“Biz de onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır.” (Sâd 38/25)
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟
“Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adâletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni (o nefis) Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.” (Sâd 38/26)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلًاۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ
“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Cehennem ateşinden vay o inkârcıların başına geleceklere!” (Sâd 38/27)
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ
“Yoksa iman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanları yeryüzünde fesat çıkaranlarla bir mi tutacaktık? Yahut günah işlemekten sakınanları günaha batanlar gibi mi sayacaktık?” (Sâd 38/28)
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
“Bu bir mübarek kitaptır ki onu sana, insanlar âyetleri üzerinde iyice düşünsünler, akıl iz‘an sahipleri ondan dersler, öğütler alsınlar diye indirdik.” (Sâd 38/29)
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ
“Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” (Sâd 38/30)
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
“Dâvûd ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.” (Enbiyâ 21/78)
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًاۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
“Süleyman’ın dava konusunu iyi anlamasını sağladık. Her birine de hükmetme yeteneği ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvûd’un buyruğu altına koyduk. Bunları yapan bizdik.” (Enbiyâ 21/79)
Alınması gereken iki mesaj:
1- İnsan bazen aceleci davranarak, korkarak, farklı bir sebepten dolayı adâlet terazisini sarsabilir; önemli olan bunun farkına vardığında hemen telafi yollarını araması ve Allah’a yönelerek af dilemesidir.
2- İnsan bazen verdiği hükmü, kendinden konumca küçük olan birinin isabetli hükmü ile değiştirmek durumunda kalabilir. Önemli olan hakkın ve hakikatin ortaya çıkmasıdır; bunu söyleyenin kim olduğunun hiç de önemi olmamalıdır.
Dünya dört esasla kaim olur; ayakta durur:
1. Âlimlerin ilmi
2. İdarecilerin adâleti
3. Zenginlerin cömertliği
4. Fakirlerin duası
(454)