Hz. Zülkarneyn’in (as) Üç Önemli Seferi | Muhammed Emin Yıldırım

Sîret-i Enbiyâ derslerimizde Hz. Zülkarneyn (as) ile yolculuğumuz devam ediyor. Bu haftaki dersimizde Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Hz. Zülkarneyn’in (as) Üç Önemli Seferi” serlevhasının altında; batıya, doğuya ve kuzeye yapılan seferleri Kehf sûresindeki ayetlerin (18/83-93) ışığında anlattı. Çok önemli bilgi, mesaj ve vurguların yer aldığı dersimiz haftaya “Ye’cûc-Me-cûc” kıssası ile devam edecek…

Dersten Cümleler

Hz. Zülkarneyn seyahat ve seferleri ile bilinen bir peygamberdir. Bizde onun arkasına takılarak inşallah cihad, fetih, tebliğ, davet, devlet, hükümranlık, adâlet ve daha nice meseleler hakkında dersler alacağız.

Bütün peygamberler bize örnek ve model olsun diye anlatılır…

Mecid kitabın, Mecid bir dinini Mecid (şerefli) mensupları olmak en büyük dert…

Zülkarneyn kıssası Kehf sûresinde geçen bir kıssa idi. Bizde bu vesile ile sizden Kehf sûresinin okunmasını, ilk on ayetinin ezberlenmesini ve Zülkarneyn’in geçtiği ayetlerin tefsirlerden okunmasını istemiştik.

Kehf sûresinin okunması ve fazileti ile alakalı bizim hadis külliyatımızda yirmiye yakın rivayet var. Bu rivayetlerin 9 tanesini sizlerle paylaştık.

Fitne ortamlarında üç hastalık yayılır:

1- Belirsizlik
2- Acelecilik
3- Huzursuzluk

Efendimiz (sas) bize Kehf sûresini tavsiye ederek adeta der ki: Eğer siz bu sûre ile aranızdaki bağı sağlam ve sahih bir şekilde kurarsanız;

1- Deccâlin ve tüm ahir zamanın fitnelerinden korunursunuz.
2- Karanlıklarınızı, belirsizliklerinizi ve kargaşalarınızı aydınlatırsınız.
3- İç fırtınalarınızı dindirir, sükûnete erer, yüreğinizde cenneti taşırsınız.

Allah (cc) hepimize bunu nasip eylesin.

Deccâl bizi nerelerde fitneye düşürecek?

– Otorite karşısında
– Mal karşısında
– Yaratılış karşısında
– İlim karşısında
– Hükümranlık karşısında

Kehf sûresinde Allah (cc) bize hangi kıssaları anlatmıştı?

– Ashab-ı Kehf Kıssası (Kehf 18/13-20)
– İki Bahçe Sahibi Kıssası (Kehf 18/32-44)
– Âdem-İblis Kıssası (Kehf 18/50-53)
– Mûsâ-Hızır Kıssası (Kehf 18/60-82)
– Zülkarneyn Kıssası (Kehf 18/83-98)

Tabiînden Zirr b. Hubeyş’ten rivayetle:

عَنْ زِرِّ بْنِ حُبَيْشٍ، قَالَ:” مَنْ قَرَأَ آخِرَ سُورَةِ الْكَهْفِ لِسَاعَةٍ يُرِيدُ يَقُومُ مِنَ اللَّيْلِ، قَامَهَا» قَالَ عَبْدَةُ: «فَجَرَّبْنَاهُ فَوَجَدْنَاهُ كَذَلِكَ “

“Kim Kehf sûresinin sonunu gece kalkmak istediği bir saat için okursa, o saatte kalkar.” Abde dedi ki: “Biz bunu denedik ve öylede oldu.” [Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18]

Zülkarneyn kıssasının geçtiği Kehf sûresinin 83-98 âyetlerini okumaya başlayacağız. Bugün nasip olursa 83- 93. âyetlerini okuyacağız. Haftaya kalan diğer âyetleri okuyacağız.

Bugün okuyacağımız 11 âyet bize tam 12 önemli sorunun cevaplarını verecek. Nedir bu 12 soru?

1- Zülkarneyn’i neden Kur’ân isimle değil de lakap ile anlattı?
2- Zülkarneyn bir peygamber mi?
3- Zülkarneyn’in seferleri uzayda bir yolculuk olabilir mi?
4- Zülkarneyn’e öğretilen yollar ve hizmetine verilen imkânlar nelerdir?
5- Zülkarneyn’in ilk seferi nereye olmuştur?
6- Zülkarneyn’in gördüğü güneşin battığı yerdeki kara balçık neresidir?
7- Zülkarneyn ilk seferinde adâleti nasıl tesis etti?
8- Zülkarneyn fethettiği yerlerde oranın halkını nasıl ikna etti?
9- Zülkarneyn’in güneşin doğduğu yere olan seferi neresi idi? Orada gördüğü kavim nasıl bir topluluktu?
10- Zülkarneyn ile alakalı tüm bilgileri bilen Rabbimiz neden bir kısmını sadece bizlerle paylaştı?
11- Zülkarneyn’in üçüncü seferi olan iki sed arasına yaptığı yolculuğu neresidir?
12- Zülkarneyn’in üçüncü seferinde karşılaştığı kavim nasıl bir topluluktur?

Bugün okuyacağımız 11 âyetteki kırmızı olan kelime, kavram ve ifadelere dikkat edelim:

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِؕ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًؕ

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ

فَاَتْبَعَ سَبَباً

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فٖي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًؕ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ فٖيهِمْ حُسْناً

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّهٖ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْرًاۜ

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًاۙ

كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًاۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا

83. âyette: Zi’l-Karneyn
84. âyette: Mekanna, el-Ard, Sebeb
86. âyette: fî ‘aynin hami-etin
87. âyette: nu’ażżibuhu
88. âyette: Yüsra
90. âyette: matli’a-şşemsi ve sitra
91. âyette: Hübra
93. âyette: beyne-sseddeyni ve lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْرًاۜ

“Sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size onunla ilgili bir parça okuyacağım.” (Kehf 18/83)

“Yes’eluneke” kalıbı Kur’ân-ı Kerîm’de, 6’ı Bakara sûresinde olmak üzere 13 yerde geçiyor. Bu âyetler şunlardır:

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ / Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları soruyorlar. (Bakara 2/189)

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ / Sana, (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. (Bakara 2/215)

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فِيهِۜ / Sana, haram ayı ve o ayda savaşmayı soruyorlar. (Bakara 2/217)

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ / Sana, şarap ve kumar hakkında (hükmü) soru soruyorlar. (Bakara 2/219)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىۜ / Sana, yetimler hakkında soruyorlar. (Bakara 2/220)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِۜ / Sana, kadınların ay halini soruyorlar.  (Bakara 2/222)

يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَٓا اُحِلَّ لَهُمْۜ / Sana kendileri için nelerin helâl kılındığını  soruyorlar. (Mâide 5/4)

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ / Sana, kıyameti  ve ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. (A’râf 7/187)

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ / Sana, savaş ganimetlerini soruyorlar. (Enfâl 8/1)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ / Sana, ruh ile alakalı sorular soruyorlar. (İsrâ 17/85)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِ / Sana, Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. (Kehf 18/83)

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ ۙ / Sana, dağlar hakkında sorular soruyorlar. (Tâhâ 20/105)

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ / Sana kıyameti  ve ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. (Naziât 79/42)

“Yes’eluneke” kalıbından başka bir de “Ve yes’teftûneke/senden fetva isterler, sorarlar” kalıbı var. Bu da Kur’ân-ı Kerîm’de 2 yerde geçmektedir:

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِ / Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. (Nisâ 4/127)

يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْتِيكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ /Senden kelâle hakkında fetva istiyorlar. (Nisâ 4/176)

Mekkeliler, yükselen İslâm davetinin karşısında aciz kalmışlardı. Gidip Medine’deki Yahudilerden yardım istemişlerdi. Onlarda “Muhammed’e üç soru sorun” demişlerdi. O üç sorudan biri şu idi: “Ona, arzı dolaşan adamı sorun…” (İbn Kesîr, Tefsîru’l Kur’ân’il Azîm, V/189; Vâhidî, Esbâbu Nuzûli’l-Kur’ân, I/300)

“Ona dünyayı dolaşan adamı sorun; o, arzın doğularına ve batılarına ulaşmıştı; onun haberi neydi, deyin.” (Mukâtil bin Süleymân, Tefsîru Mukâtil, II/574-576)

Kur’ân-ı Kerîm’de “karn” veya çoğulu olan “kurun” şu anlamlara geliyor: “Çağ, zaman, dönem, süreç, devre…”

Buradaki “karneyni”: “İki sefer sahibi, iki dönem sahibi, iki çağ sahibi, iki süreç sahibi, iki devre sahibi” diye de anlamlandırabiliriz.

Yine “iki zıt kutup sahibi” şeklinde de anlayabiliriz. Mesela; “Doğu ve Batı sahibi, Hükümranlık ve Adâlet sahibi, İlim ve Haşyet sahibi, Zenginlik ve Tevazu sahibi” şeklinde de anlamak mümkündür.

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًاۙ

“Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.” (Kehf 18/84)

“Mekkenna” ifadesini Hz. Yûsuf’un Mısır’da hükümranlığını ifade etmek için hem Yûsuf sûrenin 21. âyetinde hem de 56. âyetinde kullanılıyor.

Fahreddin Razi’ye göre “yeryüzünde imkân verdik” den kasıt nübüvvettir. (Râzî, Mefatihü’l-Ğayb, 21/495).

Sonra “Fi’l-Ard” yani yeryüzünde… Uzayda veya başka bir âlemde değil, ona verilen güç, iktidar, kudret nerede yeryüzündedir.

Sebep: “Bir şeye, hedefe, menzile ulaşmak, (bir şeyi) gerçekleştirmek için başvurulan vasıta veya araç, bilgi, kudret, yol” anlamına gelmektedir; dolayısıyla bu kelime, “belirli bir amaca ulaşmak için başvurulması gerekli doğru ve meşru vasıtaya, araca ilişkin bilgi” anlamındadır.

مَنْ كَانَ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ اِلَى السَّمَٓاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ

“Her kim, Allah’ın, dünya ve âhirette ona (Resûlü’ne) asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise, (Allah ona yardım ettiğine göre) artık o kimse tavana bir ip atsın; (boğazına geçirsin); sonra da (ayağını yerden) kessin! Şimdi bu kimse baksın! Acaba, hilesi (bu yaptığı), öfke duyduğu şeyi (Allah’ın Peygamber’e yardımını) gerçekten engelleyecek mi?” (Hac 22/15)

“Sebep” kelimesinin çoğulu olan “Esbab”:  

Mü’min sûresi 36’da
Mü’min sûresi 37’de

Sâd sûresi 10’da; “göğe çıkmayı sağlayan şey” anlamında kullanıldığı için bazılar bu yolculuğun bir uzay yolculuğu olduğunu iddia etmişlerdi. Allahu âlem diyelim…

Özellikle bu kıssada 4 yerde geçen “sebep” kelimesinin Hz. Zülkarneyn ile beraber anılmasını biz şu şekilde anlayabiliriz:

1- O, sebepler dairelerini çok iyi kullanan biridir.
2- O, hedeflerini çok meşru ve doğru sebeplere dayandıran biridir.
3- O, ortaya çıkan sebeplere göre hedeflerinden asla sapmayan biridir.
4- O, sebepleri asla ihmal etmeyen biridir.
5- O, sebepleri oluşturan bazı şartlar olsa da onları kendisine bahşedenin Allah olduğunu asla unutmayan biridir.

فَاَتْبَعَ سَبَبًا

“Derken bir sebebi takip etti. / Bir yol tutup gitti.” (Kehf 18/85)

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًاۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْنًا

“Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu. Onun yanında (orada) bir kavme rastladı. Bunun üzerine biz: ‘Ey Zülkarneyn! Onlara ya azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin!’ dedik.” (Kehf 18/86)

Bu âyette de Hz. Zülkarneyn’in bir peygamber olduğuna delil olarak ileri sürülen iki ifade var: İlki: “kulnâ yâ żâ-lkarneyni/Dedik ki Ey Zülkarneyn”

قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ  Elmalılı’ya göre bu hitap, Zülkarneyn’in peygamber olduğunu gösteren bir işarettir.

İkincisi ise; orada bulunan kavme nasıl muamelede bulunacağının insiyatifini Allah seçtiği o elçiye bırakıyor. “Ya onlara azap edeceksin yani cezalarını vereceksin yada onları af edeceksin” tercih senin diyor. O bir peygamber olmazsa Allah bu tercihi ona bırakır mıydı?

Güneşin battığı yer hem de nasıl bir yer, bakın tasvir var burada; “fî ‘aynin hami-etin/kara bir balçıkta batar buldu.”

Zülkarneyn’i Pers kralı Kyros olduğunu kabul edersek, Kitabı Mukkaddes’te ismi Koreş’ti malum, o zaman onun (m.ö. 559-530) yıllarında yaşadığını ve o zaman Batı’ya Lidyalılar üzerine sefer yaptığını kabul edeceğiz; o zaman Kur’ân’ın bize söylediği “fî ‘aynin hami-etin/kara bir balçıkta batar buldu.” ifadesini bir mekâna işaret ettiğini çıkarabiliriz.

Bu mekân, Allahu Alem, şu an Kayseri sınırları içerisinde kalan Develi, Yahyalı ve Yeşilhisar ilçelerinin oluşturduğu üçgen içerisinde bulunan Sultan Sazlığı olabilir.

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا

“Zülkarneyn, ‘Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır’ dedi.” (Kehf 18/87)

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْرًاۜ

“İman edip iyi şeyler yapan kimseye gelince, onun için de en güzel karşılık vardır. Ve ona işimizden kolay olanını buyuracağız.” (Kehf 18/88)

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا

“Sonra bir sebebe tabi oldu. / Başka bir yola koyuldu.” (Kehf 18/89)

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًاۙ

“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.” (Kehf 18/90)

Nereye gidiyor Hz. Zülkarneyn? Hindistan sınırlarına kadar gidiyor, Belucistan’a ulaşıyor ve orada ilkel bir kavim buldu. Onların halini nasıl anlattı Kur’ân bize dikkat ettiniz mi? “Kendilerini güneşe karşı bile koruyacak üzerlerinde örtü, elbise olmayan bir kavim…”

Örtü yoksa hayâ yok değil mi? Hayâ dediğimizde 5 şeyi hatırlamamız gerekir;

– Hayattır.
– Hayırdır.
– Hamiyettir.
– Heybettir.
– Hâkimiyettir.

كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَبًا

“Sonra da diğer bir sebebi takip etti. / Sonra yine bir başka yol tuttu.” (Kehf 18/92)

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًاۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا

“Nihayet iki sed/dağ arasına ulaştığında bunların ötesinde nerede ise hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.” (Kehf 18/93)

Bu iki sed arası neresi? Kafkas Dağları’na Derbent ve Daryal geçitleri arasına yapılan bir sefer burası… Orada yaşayan kavim o günler içinUdinlerdir. Udinler; Kafkasya’nın en eski yerli halklarından biridir.

Ancak burada bir noktayı gözden kaçırmayalım: “LaYef’hemune/Anlamıyorlar” demedi; “La Yef’kehune/Kavramıyorlar” dedi. Mesele burada sadece dil meselesi değil, anlayış meselesidir. Bunu da gözden kaçırmayalım.

İki önemli nokta:

Biri: Allah’ın (cc) önümüze koyduğu sebepleri hakkıyla kullanmayana Allah yeni sebepler yaratmıyor…

İkincisi: Anadolu’da var olan peygamber ve sahâbe izlerini unutmayalım… Toprağın altında tohumlar hazır, yeter ki onları ortaya çıkaracak çiftçiler görevlerini yerine getirsinler…

(50)