İmam Buhârî ve El Camiu’s Sahîhi / Tirmizi: Siyer Bölümü

İmam Buhârî ve El Camiu’s Sahîhi 
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا

“… Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…”

Allah, beşeriyet için bu dinden razı olmuştur. Bu dini, kıyamete kadar hükmü devam edecek son din kılmıştır. Bundan dolayı o dinin korunmasını kendi üzerine almıştır. Rabbimiz bu dini savunacak insanları da yaratmış ve onları desteklemiştir. İslam tarihini bu gibi yıldız şahsiyetlerle süslemiştir. Bu yıldız alimlerin öncülerinden biri de İmam Buharî’dir.

İmam Buharî (194-256)

Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil b. İbrâhim b. el-Muğîre b. Berdizbeh el-Cûfî el-Buhârî.
Muhammed el-Buhârî, 13 Şevvâl 194 h./21 Temmuz 810 tarihinde Cuma günü Buhara’da doğdu. Bundan dolayı da Buhârî nisbetiyle anılmasına sebep olmuştur. Buhârî, henüz bebek iken babası vefat etmiş, kardeşi Ahmed’le birlikte yetim kalmıştır. Küçük yaşta Kur’an’ı ezberledi ve Arapça öğrendi. On altı yaşında annesi ve kardeşi ile birlikte hacca gitti. Annesi ve kardeşi Buharâ’ya dönerken, kendisi ilim öğrenmek isteğiyle Mekke’de kaldı.

İlmi Yolculukları

Onsekiz yaşında “Kitâbu Kadâya’s-Sahabe ve’t-Tâbiin” ile “et-Târîhü’l-Kebîr” adlı eserlerini yazdı. İlim öğrenmek için Şam’a, Mısır’a, Basra’ya, Bağdat’a gitti. Bu amaçla altı yıl Hicâz’da kaldı. Buharî, hadis öğrenmek ve nakletmekle kalmadı. Şiirle de ilgilendi. Ancak fazla şiir yazmadı.
40 yıl kadar süren ilim yolculukları sonunda Nişabur’a yerleşmek istedi. Ancak burada Buharî’nin üstünlüğünü çekemeyenler fitne çıkarmaktan geri kalmadılar. Muhammed b. Yahya ez-Zühli, Buhari’nin etrafında toplanan talebelerin günden güne çoğaldığını görünce onu çekemedi. Buharî’nin “Kur’an mahluktur” düşüncesini savunduğunu yaydılar. Bu dedikodulardan rahatsız olan Buharî, memleketi Buhara’ya gitti. Burada da rahat edemedi. Buharâ emiri ile arası açıldı. Buhara Emiri Halid b. Ahmed, çocuklarına Câmiu’s-Sahîh’i ve et-Tarih’i okutması için Buharî’yi konağına çağırdı fakat Buharî, bu teklifi kabul etmedi. İlim meclislerinin herkese açık olduğunu, isteyenin gelerek yararlanabileceğini, ilmi valinin konağının duvarları arasına hapsedemeyeceğini bildirdi. Bu olay üzerine Ahmed İbn Hâlid, onu Buhara’dan sürdü.

İmam Buharî, Buhara’dan ayrıldıktan sonra Semerkand’a gitti. Hartenk köyünde bulunan akrabalarının arasına yerleşti. Semerkand’lılar, Buhârî’den yararlanmak istediler. Bir heyet gönderip Semerkand’a gelmesi ricasında bulundular. Buhârî, Semerkand’a gitmek için hazırlık yapmaya başladı ancak bu arada hastalandı ve Ramazan Bayramı gecesi vefat etti (30 Ramazan 256 h./31 Ağustos 869). Cenazesi, bayram günü öğleden sonra kılınarak Hartenk’e defnedildi.

Keskin Zekası

İmam Buhârî keskin bir zekâ ve ezberleme yeteneğine sahipti. Herhangi bir şeyi ezberlemesi için ona bir defa bakması veya onu bir defa dinlemesi yeterliydi. Bağdatlıların ve Semerkandlılar’ın onun zekâ seviyesini denemek için sordukları sorular bunu göstermesi bakımından önemlidir. Bir keresinde yüz kadar hadisin sened ve metinleri karıştırıldıktan sonra Buhârî’ye okunmuş ve ne düşündüğü sorulmuştur. O da hepsini ezberden düzeltmiş ve soranları kendine hayran bırakmıştır.
İlmi gezileri sırasında hocalarından dinlediklerini yazmaması ve kendisine takılanlara, dinlediği yaklaşık 18.000 hadisi ezberden okuması da dikkat çekicidir. O aynı zamanda çok hadis ezberlemekle de şöhret bulmuştu.

Hakkında Söylenenler

Kütübü sitte müelliflerinden en-Nesâî, Buhârî’yi bizzat görüştüğü şeyhler arasında saydıktan sonra şöyle demiştir: “O, sika, inanılır, akıllı bir muhaddistir. İslâm tarihinde ilk defa sahih kitap yazan odur.” Bazı âlimler onun için şöyle derler: “Buhârî, Allah’ın yeryüzünde yürüyen ayetlerindendir.”
Necm b. el-Fazl diyor ki: “Rüyamda Rasûlullah (s.a.) efendimizi gördüm. Bir köyden çıkmış gidiyordu ve arkasından İmam-ı Buhârî de onu takip etmekteydi. O bir adım atınca Buhârî de bir adım atıyor ve ayağını Rasûlullah (s.a.)’ın ayağını bastığı yere basıyordu. Kitabını da her bakımdan ona nisbet ediyordu.”

İbn Huzeyme “Şu gök kubbenin altında Rasulullah’ın hadislerini Buhârî’den daha iyi bilen ve daha iyi ezberlemiş olan birini görmedim” demiştir.

Hamdun b. Ahmed el-Kassâr şöyle anlatmıştır: “İmam Müslim, Buharî’nin yanına gelip onu alnından öptü ve şöyle dedi: – Ey hocaların hocası ve muhaddislerin efendisi bırak ayaklarını öpeyim.”
Fellâs da şöyle demiştir: “Buharî’nin bilmediği hadis hadis değildir.”

Hocaları

Buhârî’nin kendi ifadesine göre hadis aldığı hocalarının sayısı binden fazladır. Bu rakam bazı kaynaklarda 1080 olarak verilmiştir. Hadis yazdığı şeyhlerine ait senetleri de bildiğini, senedi zayıf rivayetlere itibar etmediğini belirtir. Hocalarından başlıcalar şunlardır:
Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî, Yahya b. Maîn, İsmail b. İdris el-Medînî, İshak b. Rahuyeh.

Talebeleri

Öğrencileri arasında da en meşhurları şunlardır;
Ebu İsa et-Tirmîzî, Muhammed b. Nasru’l Mervezî, İbn Ebi Dâvud, Müslim b. Haccac ve en-Nesâi.
el-Camiu’s-Sahîh
İslam kültürünün, Kur’ân-ı Kerim’den sonra en güvenilir ve en sahîh kitabı; İslam alimlerine göre, sırf sahih hadisleri bir araya toplamak için yazılmış sahih hadis eseridir. İmam Buharî’nin Sahihine verdiği isim ta olarak şöyledir: “el-Camiu’l- Müsnedu’s-Sahîhu’l-Muhtasar min Umûri Rasulillah (s.a.) ve Sünenihi ve Eyyâmihi”.
الجامع المسند الصحيح المختصر من أمور رسول الله صلي الله عليه و سلم و سننه و أيامه
İmam Buharî bu eserini hocası İshak b. Râhuye’nin “Rasûlüllah’ın sahih hadislerini muhtasar bir kitapta toplasanız” diye temennide bulunması üzerine tasnif etmiştir.

Buhârî’nin bu kitabı, kendi zamanına kadar telif edilen ve zamanından sonra da telif edilecek olan bütün hadis kitapları arasında birinci dereceyi almış ve İslâm alimleri arasında en sahih hadis kitabı olarak kabul edilmiştir. Hiç kimse bir başka hadis kitabının Buhârî’nin kitabından daha sahih olduğunu ileri sürmemiştir. İmam Buharî sahih oluşuna hükmedilen bütün hadisleri bu kitabına almış değildir. O sadece sahih hadisler arasından kendi şartlarına uyanları seçmiş ve kitabına koymuştur. Zira Buhârî’nin Sahihinin dışında bulunan pek çok hadisin sahih oluşunu kendisi ifade etmiştir.

Kitabın Oluşumu

Buhârî, Sahihini 600.000 hadis arasından seçmiş ve kitabını Mescid-i Haram’da telif etmiştir. Concordance’a göre 97 kitab ve 3730 babtan oluşmaktadır. Tekrar edilen hadisler dâhil 7275 hadis ihtivâ etmektedir. Muhammed Fuad Abdulbaki’nin rakamlandırdığı baskıda 7563 hadis bulunmaktadır. Mükerrerler çıkartıldığında bu rakam 4.000 civarına düşmektedir.
Buharî’nin bir hadisi, Sahih’in 13 yerinde tekrarladığı olmuştur. İmam Buhârî yaptığı bu tekrarlarda her defasında başka başka hocalarından rivayet ettiği farklı sened ve metinleri verir. Böylece hem hadisi kuvvetlendirir, hem de lafız farklılıkları dolayısıyla başka başka hükümlerin elde edilmesini sağlar.

Buharî’nin Sahîh’inde yirmi iki adet “sülâsî” (üç râvi ile Rasûlüllah (s.a.)’a ulaşan) hadîs bulunmaktadır. Onun en nazil isnadı ise 9’ludur.

Buhari – Müslim Karşılaştırması

İslâm ümmeti Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahîh kitap olarak “Sahihayn” denilen Buhârî ve Müslim’in kitaplarını kabul etmiştir. Bu iki sahih hadis kitabının birbirine kıyası yapıldığı zaman en sahîh olanın Buhârî’nin kitabı olduğu anlaşılmıştır. Çünkü İmam Müslim Buhârî’den istifade etmiş, ona talebe olmuştur; hocasının eserlerinden istifade etmiş ve ona dayanmıştır. Bunun için Dârekutnî, “Eğer Buhârî olmasaydı, Hadis ilminde Müslim ortaya çıkmaz ve bu mertebeye ulaşmazdı” demiştir. Bu yüzden de, devrin siyasî olayları sebebiyle birçokları Buhârî’nin çevresinden uzaklaşırken, İmam Müslim onu değil terk etmek; tam aksine onun yanında yer almıştı. Hatta kendi hocası Yahya ez-Zühlî’nin “Kim, mes’eletül-lafz (yani Kur’ân’ın lafzının mahlukiyeti meselesin)de Buhârî, ile aynı görüşte ise meclisimizden ayrılsın” demesi üzerine Müslim, herkesin gözü önünde meclisi terketti. Zühlî’den dinlediği hadisleri de bir deveye yükleyerek Zühlî’ye gönderdi. Sahîhinde Zühlî’den rivâyette bulunmadı.

Nüshaları

Sahih-i Buhârî’nin pek çok nüshaları bulunmaktadır. Zira Buhârî, Sahih’ini bizzat kendisi on binlerce talebeye okutmuştur. Bu kadar talebe içinden bin kadarı Sahih’in râvisi olmuştur. Bunların içinden de ancak beş tanesinin isimleri bilinmektedir. Bunlar, sırasıyla, el-Firebrî, en-Nesefi, en-Nesevî, el-Bezdevî ve el-Mehâmilî’dir.

Yunûnî (v.701), kendinden önceki faaliyetlerden geniş ölçüde yararlanmak suretiyle Firebrî’den gelen Buhârî nüshaları arasındaki farkların giderilmesine çalışmıştır. Bugün elde bulunan Buhârî nüshalarının yarısından fazlasını Yunûnî nüshasından yapılan istinsahlar ve baskılar teşkil etmektedir.

Sultan Abdülhamid’in emriyle ve Yûnînî nüshası esas alınarak Mısır’da 1313’te yapılan dokuz cilttik Buhari baskısı en güvenilir olanıdır. Hacı Zihni Efendi tarafından harekelenerek Matbaa-i Âmire’de 1315 yılında sekiz cild halinde yapılan baskı da muteberdir ve memleketimizde yaygındır.

Şerhleri

Sahih-i Buhârî üzerinde ayrıca pek çok şerhler de yazılmıştır. Buhari’nin 100’den fazla tamamlanmış şerhi olduğunu söyleyebiliriz. Bu şerhlerden bu gün elde mevcut ve mütedâvel olanları Kirmanî’nin el-Kevâkibu’d-Derârî’si, İbn Hacer’in Fethu’l-Barî’si; Aynî’nin Umdetü’l-Kârî’si ve Kastallânî’nin İrşâdu’s-Sârî isimli şerhidir.

Sahih-i Buhârî’nin bir ihtisarı olan ez-Zebîdî’nin et-Tecrîdu’s-Sarîh li ehâdîsi’l-Câmiü’s-Sahîh’i Türkçeye Babanzâde Ahmed Naim ve Kamil Miras tarafından tercüme ve şerh edilmiştir.
Buhârî’nin tam olarak tercümesi de ayrıca Mehmed Sofuoğlu tarafından “Sahih-i Buhârî ve Tercemesi” adıyla gerçekleştirilmiş ve İstanbul’da basılmıştır.

İslam Dünyasındaki Yeri

Kur’an-ı Kerim’den sonra en büyük ilgiyi Sahih-i Buhârî görmüştür. Sevap kazanmak, maddi manevi sıkıntılardan kurtulmak, her türlü murada nail olmak arzusuyla da okunmuştur. Kur’an-ı Kerim ile birlikte Sahih-i Buhârî hatimleri yapıldığı, hatta Kuran üzerine olduğu kadar Sahihayn üzerine de yemin edildiği bilinmektedir.

Önemli işlere başlarken de Sahih-i Buhârî’yi hatmetme geleneği vardı. Mesela Balkan Savaşlarından önce, TBMM açılacağı zaman da Sahih-i Buhârî hatimleri yapılmıştır.
Hatmü’l-Buharî adıyla yazılan kitaplar, Sahih-i Buhârî’nin nasıl okunacağına yöneliktir.

Diğer Eserleri

İmam Buharî’nin el-Câmiu’s-Sahih dışında, şu eserleri vardır:
Tarihu’l Kebir: Hadis ricaline ait önemli bir eserdir. Sahasında ilk yazılanlardandır. Buhârî bunu henüz onsekiz yaşında iken Rasûlullah (s.a.)’ın kabri başında mehtaplı gecelerde yazmıştır. Haydarabad’ta 1941-1954 tarihlerinde dört cilt, 1959-1963 tarihlerinde üç cilt halinde basılmıştır.
Târihu’l-Evsât: Tarihu’l Kebir’in kısaltılmışıdır. Bazı yazma nüshaları mevcuttur. İbn Hacer Tehzibû’t-Tehzib isimli eserinde bundan nakiller yapmıştır.
Tarihu’s-Sağîr: Tarihu’l Kebir’in bir özetidir. 1325 yılında Zuafâü’s-Sağîr ile birlikte Hindistan’da basılmıştır.
Kitâbu Zuafâü’s-Sağîr: Zayıf ravilerin hallerinden bahseder. Hindistan’da 1323 ve 1326 tarihlerinde basılmıştır.
et-Tevârîhu’l Ensâb: Bazı şahısların özel hallerinden bahseder.
Kitâbu’l Künâ: Râvîlerin künyelerinden bahseden bir eserdir. Haydarabad’ta 1360 yılında basılmıştır.
Edebü’l-Müfred: Ahlâk hadislerini toplayan bir eserdir. İstanbul’da 1306, Kahire’de 1346, Hindistan’da 1304 yıllarında basılmıştır.
Refu’l-Yedeyn fi’s-Salat: Namazda el kaldırmakla ilgili bir risâledir. Kalküta’da 1257, Delhi’de 1299 yıllarında yayınlanmıştır.
Kitâbu’l-Kıraati Halfe’l-İmam: Namazda imamın arkasında okuma hakkında yazılmış bir risâledir. Hayrü’l Kelâm fi Kıraati Halfi’l İmam adıyla Urduca çevirisi ile beraber 1299′da Delhi’de, ayrıca 1320′de Kahire’de basılmıştır.
Halku’l-Ef’ali’l-İbâd ve’r-Redd Ale’l Cehmiyye: Cehmiyye mezhebinin görüşlerini reddeden bir kitaptır. 1306′da Delhi’de basılmıştır.
el-Akîde yahut et-Tevhîd: Akaid konusunda yazılmış bir eserdir.
Bunlardan başka kimi kaynaklarda Buhârî’ye ait olduğu zikredilen şu kitapların ismini de görmek mümkün:
Birri’l Valideyn, el-Camiu’l Kebir, et-Tefsirü’l Kebir, Kitabü’l Hibe, Kitabü’l Eşribe, Kitabu’l Mebsut, Kitabü’l İlel, Kitabü’l-Fevâid, Esamü’s Sahâbe, Kitabu’d-Duâfa, el-Müsnedü’l-Kebir, Sülâsiyyât.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أبْواَبُ السِّيَرِ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
SİYER
بَاب مَا جَاءَ فِي النُّزُولِ عَلَى الْحُكْمِ
Verilen Hüküm Üzerine Ayet İnmesi
1 (1582)- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ، حَدَّثَنَا اللَّيْثُ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ أَنَّهُ قَالَ:
رُمِيَ يَوْمَ الْأَحْزَابِ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ، فَقَطَعُوا أَكْحَلَهُ أَوْ أَبْجَلَهُ، فَحَسَمَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالنَّارِ، فَانْتَفَخَتْ يَدُهُ، فَتَرَكَهُ فَنَزَفَهُ الدَّمُ، فَحَسَمَهُ أُخْرَى، فَانْتَفَخَتْ يَدُهُ، فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ قَالَ: اللَّهُمَّ لَا تُخْرِجْ نَفْسِي حَتَّى تُقِرَّ عَيْنِي مِنْ بَنِي قُرَيْظَةَ، فَاسْتَمْسَكَ عِرْقُهُ، فَمَا قَطَرَ قَطْرَةً، حَتَّى نَزَلُوا عَلَى حُكْمِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ، فَأَرْسَلَ إِلَيْهِ، فَحَكَمَ؛ أَنْ يُقْتَلَ رِجَالُهُمْ، وَيُسْتَحْيَا نِسَاؤُهُمْ، يَسْتَعِينُ بِهِنَّ الْمُسْلِمُونَ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَصَبْتَ حُكْمَ اللَّهِ فِيهِمْ، وَكَانُوا أَرْبَعَ مِائَةٍ، فَلَمَّا فَرَغَ مِنْ قَتْلِهِمْ انْفَتَقَ عِرْقُهُ فَمَاتَ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، وَعَطِيَّةَ الْقُرَظِيِّ. قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

1. Cabir’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Hendek savaşında Sa`d b. Muaz yaralanmış ve kol damarlarından biri kopmuştu da Resûlullah (s.a.) onu ateşle dağlayarak tedavi etmişti. Sa`d’ın kolu şişmişti. Sonra kanı tekrar bıraktı, sonra tekrar dağlayarak tedavi etti. Fakat eli yine şişmişti. Sa`d bu durumu görünce şöyle dedi: “Allahım! Beni Kureyza’ya karşı yüzümü güldürmeden canımı alma.” Bunun üzerine Sa`d’ın damarından akan kan kesildi. Kureyza oğulları onun hükmüne uymak üzere gelinceye kadar hiçbir damla kan akmadı. Sonra Resûlullah (s.a.) kendisine haber gönderdi. O da şöyle hüküm verdi: “Erkekleri öldürülsün, kadınların sağ bırakılarak Müslümanların kendilerinden çeşitli hizmetlerde yararlanmaları.” Bunun üzerine Resûlullah (s.a.), “Bunlar hakkında Allah’ın hükmüne isabet ettin” buyurdu. Bunlar dört yüz kişiydiler. Bunların öldürülme işlemleri bitirilince Sa`d’ın damarı patladı ve kan kaybından öldü.
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Ebu Davud, Tıp, 7; İbn Mâce, Tıp, 24

Açıklama
Ahzab savaşı olarak da bilinen Hendek savaşında ensarın ileri gelenlerinden biri olan Sa`d b. Muaz (r.a.) yaralanmıştı. Düşman tarafından atılan bir okla kolunun damarlarından biri kopmuş, bu büyük sahabinin ilk tedavisini bizzat Hz. Peygamber yapmıştı. Daha sonra Sa`d mescide taşınmış ve orada kurulan bir çadırda tedavisi Eslem kabilesinden Rufeyde el-Ensârî tarafından devam ettirilmişti.
Kureyza oğulları Medine’de yaşayan üç Yahudi kabilesinden biridir. Hendek savaşında müslümanlar aleyhine müşrik ordusuyla anlaşma yapmış ve onlara destek olmuşlardı. Hendek savaşı Müslümanların lehine sonuçlanınca Resûlullah (s.a.) bu ihanetlerini cezalandırmak üzere Kureyza oğullarının üzerine yürümüştü. Yirmi beş günlük kuşatmanın ardından Kureyza oğulları teslim olmuş ancak kendilerine verilecek ceza konusunda eski müttefiklerinden olan Sa`d b. Muaz’ın hakem olarak tayin edilmesini Efendimizden rica etmişlerdi. Allah Resûlünün onların bu isteklerini kabul etmesinin ardından Sa`d b. Muaz hasta yatağından kaldırılıp getirildi ve hüküm vermesi istendi. Sa`d hükmünü şöyle açıkladı. Elini silah tutan erkekler öldürülsün, hanımları ve çocukları Müslümanlara hizmet etmek üzerine esir alınsın ve mallarına el konulsun. Kureyza oğulları hakkındaki bu hüküm aynen uygulandı.

Ahzab süresindeki şu ayetler Kureyza oğulları muhasarasını anlatmaktadır.
Allah, kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz. Allah, sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir. (Ahzab 33/26-27)

Fıkhu’l-Hadis
Allah’ın gönderdiği Peygambere ve dine düşman olanlar mutlaka cezalarını bulurlar.
2 (1583)- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ أَبُو الْوَلِيدِ الدِّمَشْقِيُّ، حَدَّثَنَا الْوَلِيدُ بْنُ مُسْلِمٍ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ بَشِيرٍ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ الْحَسَنِ، عَنْ سَمُرَةَ بْنِ جُنْدَبٍ،
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: اقْتُلُوا شُيُوخَ الْمُشْرِكِينَ، وَاسْتَحْيُوا شَرْخَهُمْ، وَالشَّرْخُ الْغِلْمَانُ الَّذِينَ لَمْ يُنْبِتُوا.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ غَرِيبٌ. وَرَوَاهُ الْحَجَّاجُ بْنُ أَرْطَاةَ عَنْ قَتَادَةَ نَحْوَهُ.
2. Semure b. Cündeb’den (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Müşriklerin yaşlılarını öldürün. Genç çocukların hayatlarını bağışlayın.”
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih ğarib’tir” demiştir.
Ebu Davud, Cihad, 111
Açıklama
Bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

3 (1584)- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ عُمَيْرٍ، عَنْ عَطِيَّةَ الْقُرَظِيِّ قَالَ:
عُرِضْنَا عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ قُرَيْظَةَ، فَكَانَ مَنْ أَنْبَتَ قُتِلَ، وَمَنْ لَمْ يُنْبِتْ خُلِّيَ سَبِيلُهُ، فَكُنْتُ مِمَّنْ لَمْ يُنْبِتْ فَخُلِّيَ سَبِيلِي.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَالْعَمَلُ عَلَى هَذَا عِنْدَ بَعْضِ أَهْلِ الْعِلْمِ؛ أَنَّهُمْ يَرَوْنَ الْإِنْبَاتَ بُلُوغًا إِنْ لَمْ يُعْرَفْ احْتِلَامُهُ وَلَا سِنُّهُ، وَهُوَ قَوْلُ أَحْمَدَ، وَإِسْحَقَ.

3. Atiyye el-Kurazî’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Kurayza savaşı günü Resûlullah’a (s.a.) gösterildik. Sakal ve bıyığı olanı öldürüyor. Sakal ve bıyığı çıkmayanı serbest bırakıyordu. Ben sakal ve bıyığı çıkmamış olanlardandım da beni serbest bırakmıştı.
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Ebu Davud, Hudûd, 18; İbn Mâce, Hudûd, 4

Açıklama
Savaş esnasında eli silah tutan yetişkinlerle savaşılması emredilmektedir. Çocuklara, kadınlara ve yaşlılara karışılmaması İslam savaş hukukunun önemli bir prensibidir.

Fıkhu’l-Hadis
Savaşta çocuklara silah doğrultmak kesinlikle yasaklanmıştır.
بَاب مَا جَاءَ فِي الْحِلْفِ

Verilen Sözler
4 (1585)- حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ مَسْعَدَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ، حَدَّثَنَا حُسَيْنٌ الْمُعَلِّمُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ،
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ فِي خُطْبَتِهِ: أَوْفُوا بِحِلْفِ الْجَاهِلِيَّةِ، فَإِنَّهُ لَا يَزِيدُهُ، يَعْنِي الْإِسْلَامَ، إِلَّا شِدَّةً، وَلَا تُحْدِثُوا حِلْفًا فِي الْإِسْلَامِ
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ، وَأُمِّ سَلَمَةَ، وَجُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَابْنِ عَبَّاسٍ، وَقَيْسِ بْنِ عَاصِمٍ. قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

4. Amr b. Şuayb’ın (r.a.) dedesinden rivayete göre, Resûlullah (s.a.) bir hutbesinde şöyle buyurdu:
“Cahiliye döneminde olsa bile verdiğiniz sözlerde durun. Yemininizi yerine getirin. Çünkü İslam bu işte daha fazla titizlik gösterir. İslamda, cahiliye dönemindeki yaptığınız miras ve benzeri sözleşmeler yaparak yenilikler ortaya koymayın.”
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Müsned, 2/481

Açıklama

İslam, Müslüman olmuş kişileri eğitip onları en güzel olana yönlendiriyor. Müslüman olmadan önce yapılan bir anlaşma ya da verilen bir söz varsa İslama girdikten sonra da bu sözün yerine getirilmesi, bu anlaşmaya bağlı kalınması tavsiye ediliyor. Çünkü İslam verilen sözde titizlikle durmayı kesin bir dille emrediyor. İslamı kabul etmeden önce sözde durmak toplum içinde ne kadar önemliyse, Müslüman olduktan sonra sözünde sebat etmek çok daha önemlidir.

Cahiliye devrinde birbirlerine varis olmak için şahıslar kendi aralarında sözleşme yaparlardı. Hadiste bu tür sözleşmeler yapılmışsa onlara bağlı kalmayı emrederken, Müslüman olduktan sonra bu gibi sözleşmelere ihtiyaç olmadığından kaldırıldığı bildiriliyor. Zira Müslümanlar kardeştir ve ihtiyaç sahiplerine el uzatmak kardeşlik görevidir.

Fıkhu’l-Hadis

Cahiliye döneminde verilmiş olsa da, verilen söze sadık kalınması gerekir. Müslümanların birbirlerine destek olması için sözleşme yapmalarına gerek yoktur. Zira bu zorunluluktur.
بَاب مَا جَاءَ فِي أَخْذِ الْجِزْيَةِ مِنْ الْمَجُوسِ

Mecusilerden Cizye Alınması
5 (1586)- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، حَدَّثَنَا الْحَجَّاجُ بْنُ أَرْطَاةَ، عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ، عَنْ بَجَالَةَ بْنِ عَبْدَةَ،
قَالَ: كُنْتُ كَاتِبًا لِجَزْءِ بْنِ مُعَاوِيَةَ عَلَى مَنَاذِرَ، فَجَاءَنَا كِتَابُ عُمَرَ: انْظُرْ مَجُوسَ مَنْ قِبَلَكَ، فَخُذْ مِنْهُمْ الْجِزْيَةَ، فَإِنَّ عَبْدَ الرَّحْمَنِ بْنَ عَوْفٍ أَخْبَرَنِي أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ الْجِزْيَةَ مِنْ مَجُوسِ هَجَرَ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ

5. Becâle b. Abde’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir: Menâzir valisi Cezm b. Muaviye’nin kâtibi idim. Halife Ömer’den bize şöyle bir mektub geldi: “Vilayetinde bulunan Mecusilerin durumlarını kontrol ve tetkik ederek onlardan cizye vergisi al. Çünkü Abdurrahman b. Avf’ın bana haber verdiğine göre, Resûlullah (s.a.) Hecer Mecusilerinden cizye alırdı.”
Ebu İsa: “Bu hadis’dir” demiştir.
Buharî, Cizye, 1; Ebu Davud, Harac, 31

Açıklama
Menâzir bir memleket adıdır. Hz. Ömer (r.a.) Cezm b. Muâviye’yi (r.a.) oraya vali olarak tayin etmiştir. Bu valiye gönderdiği bir mektupla memleketinde yaşayan Mecusi unsurları araştırıp onlardan cizye almasını emretmiştir. Cizye, ehl-i kitaptan alınması Kur’an-ı Kerim ayetiyle emredilen bir vergi çeşididir.

“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 9/29)

Cizyenin mecusilerden alınma uygulamasını da Resûlullah (s.a.) emretmiştir. Efendimiz Yemen’in bir vilayeti olan Hecer’de yaşayan Mecusilerden bu vergiyi toplamıştır.

Fıkhu’l-Hadis
İslam topraklarında yaşayan Yahudi, Hıristiyan ve Mecusilerden cizye alınmaktadır.
بَاب مَا جَاءَ فِي الْهِجْرَةِ
Hicret
6 (1590)- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ الضَّبِّيُّ، حَدَّثَنَا زِيَادُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ، حَدَّثَنَا مَنْصُورُ بْنُ الْمُعْتَمِرِ، عَنْ مُجَاهِدٍ، عَنْ طَاوُسٍ، عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ فَتْحِ مَكَّةَ: لَا هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ، وَلَكِنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ، وَإِذَا اسْتُنْفِرْتُمْ فَانْفِرُوا!
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، وَعَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، وَعَبْدِ اللَّهِ بْنِ حُبْشِيٍّ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَقَدْ رَوَاهُ سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ عَنْ مَنْصُورِ بْنِ الْمُعْتَمِرِ نَحْوَ هَذَا.

6. İbn Abbas’dan (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) Mekke fethedildiği gün şöyle buyurmuştur:

“Mekke’nin fethedilmesinden sonra Mekke de İslam ülkesi haline geldiğinden oradan başka yerlere hicret etmek yoktur. Fakat yeryüzünün her tarafını İslamlaştırmak için cihad ve bu niyet üzere bulunmak vardır. Cihad için sefere çağrıldığınızda hemen seferber olun.”
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Nesâî, Biat, 11; Ebu Davud, Cihat, 2

Açıklama
İslâmiyet’in ilk yıllarında, Mekke’de, müslümanlara hayat hakkı tanımak istemeyen müşrikler, onlara pek ağır işkenceler yapıyorlardı. Bu işkencelerden kurtulmak için Müslümanlar Hz. Peygamber’in buyruğu ile önce Habeşistan’a daha sonra Medine’ye hicret etmişlerdi. Bir müddet sonra kendisi de oraya göçtü. Medine’de bir İslâm devletinin kurulması ve yaşatılması için diğer yerlerde bulunan Müslümanların da Medine’ye gelmesi zorunlu idi.

Hicretin 8. yılında Mekke fethedilip de bu şehir İslâm diyarı olunca, artık oradan Medine’ye hicret etmek zorunluluk olmaktan çıktı. Bu sebeple de Efendimiz Mekke’den hicret etme işini durdurdu.
Hadis-i şerifteki “Fakat cihad ve niyet vardır” ifadesi müslümanların hicret sonrası yeni görevlerini belirlemektedir. Bu da İslâm’ı ve müslümanları kalkındırmak için bir taraftan düşmanlarına karşı mücâdele vermek, bir taraftan da İslâm’a hizmet etme ve Allah rızasını kazanma niyetiyle, uzak diyarlara giderek ilim tahsil etmektir. Cihad ruhuyla yetişen müslüman, “Haydi savaşa” dendiği zaman korkup kaçmayacaktır. Allah’ın rızasını elde etmek için bir nevi geçici hicret olan savaşa koşarak gidecektir.

Bütün çabalara rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Tövbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tövbe ise güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 99). Demek oluyor ki, hayat devam ettiği sürece ihlâs, samimiyet ve iyi niyet devam edecektir. İnsan bu özellikleri hiçbir zaman bırakmayacaktır. Gerektiğinde Allah uğrunda canla başla hizmet edecektir. (Riyâzü’s-salihîn, trc.: Kandemir, Çakan, Küçük, I, 102)

Fıkhu’l-Hadis
Mekke’nin fethiyle birlikte Meke’den Medine’ye hicret etme zorunluluğu sona ermiştir. Ancak cihad ve halis niyet ömür boyu devam edecektir.
بَاب مَا جَاءَ فِي بَيْعَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
Peygamber’e (s.a.) Bey’at
7 (1591)- حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ الْأُمَوِيُّ، حَدَّثَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ، عَنْ الْأَوْزَاعِيِّ، عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ، عَنْ أَبِي سَلَمَةَ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ،
فِي قَوْلِهِ تَعَالَى { لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنْ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ }
قَالَ جَابِرٌ: بَايَعْنَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى أَنْ لَا نَفِرَّ، وَلَمْ نُبَايِعْهُ عَلَى الْمَوْتِ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ سَلَمَةَ بْنِ الْأَكْوَعِ، وَابْنِ عُمَرَ، وَعُبَادَةَ، وَجَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: وَقَدْ رُوِيَ هَذَا الْحَدِيثُ عَنْ عِيسَى بْنِ يُونُسَ، عَنْ الْأَوْزَاعِيِّ، عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ قَالَ: قَالَ جَابِرُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ: وَلَمْ يُذْكَرْ فِيهِ أَبُو سَلَمَةَ.

7. Cabir b. Abdullah’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Cabir: “Ey Muhammed! O ağacın altında sana bağlı olduklarını bildiren o müminlerden Allah razı olmuştur…” (Fetih, 18) ayeti hakkında şöyle dedi: Resûlullah’a (s.a.) savaştan kaçmamak, hep yanında olmak üzere biat ettik. Ölmek üzere biat etmedik.

Darimî, Siyer, 10; Nesâî, Biat, 26
Açıklama
Bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.
8 (1592)- حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ، حَدَّثَنَا حَاتِمُ بْنُ إِسْمَعِيلَ، عَنْ يَزِيدَ بْنِ أَبِي عُبَيْدٍ قَالَ: قُلْتُ لِسَلَمَةَ بْنِ الْأَكْوَعِ:
عَلَى أَيِّ شَيْءٍ بَايَعْتُمْ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ الْحُدَيْبِيَةِ؟ قَالَ: عَلَى الْمَوْتِ.
وَهَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

8. Yezid b. Ebi Ubeyd’den (r.a.) riayete göre, şöyle demiştir: Seleme b. Ekvâ`a, Resûlullah’a (s.a.) Hudeybiye günü hangi şey üzerine biat ettiniz diye sordum. “Allah yolunda gerekirse ölmeye” dedi.
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Nesâî, Biat, 1

Açıklama
Bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.
9 (1593)- حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ، أَخْبَرَنَا إِسْمَعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ دِينَارٍ، عَنْ ابْنِ عُمَرَ قَالَ:
كُنَّا نُبَايِعُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى السَّمْعِ، وَالطَّاعَةِ، فَيَقُولُ لَنَا: فِيمَا اسْتَطَعْتُمْ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ كِلَاهُمَا، وَمَعْنَى كِلَا الْحَدِيثَيْنِ صَحِيحٌ؛ قَدْ بَايَعَهُ قَوْمٌ مِنْ أَصْحَابِهِ عَلَى الْمَوْتِ، وَإِنَّمَا قَالُوا: لَا نَزَالُ بَيْنَ يَدَيْكَ حَتَّى نُقْتَلَ، وَبَايَعَهُ آخَرُونَ فَقَالُوا: لَا نَفِرُّ.

9. İbn Ömer’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah’a (s.a.) söylediklerini dinlemek, dinlediklerimizle de yaşayıp itaat etmek üzere biat ederdik ve bize: ‘gücünüz yettiği kadarıyla’ buyurdu.”
Ebu İsa: “Bu iki hadis de hasen sahih’tir” demiştir.
Nesâî, Biat, 18

Açıklama
Bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

10 (1594)- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ:
لَمْ نُبَايِعْ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى الْمَوْتِ، إِنَّمَا بَايَعْنَاهُ عَلَى أَنْ لَا نَفِرَّ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.

10. Cabir b. Abdullah’dan (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) ile ölüm üzerine değil, hiçbir şeyden kaçmamak üzere siyasi otoritesini kabul edip biat etmiştik.
Ebu İsa: “Bu hadis hasen sahih’tir” demiştir.
Nesâî, Biat, 18

Açıklama
Biat etmek söz vermek demektir. Hz. Peygamber kendinse inananlardan zaman zaman biat almıştır. Bu biatlaşmadan birisi de Hudeybiye’de yapılmıştır. Hz. Osman’ın elçi olarak Mekkelileri göndermesinin ardından uzun bir bekleyiş yaşanmış fakat Hz. Osman dönmemiştir. Hz. Osman’ın öldürülmüş olabileceği konuşulmaya başlanmış, bunun üzerine Resûlullah bir ağacın altında oturarak orada bulunanlardan biat almıştır.
Kur’an-ı Kerim bu biatlaşmayı aktarırken Allah Teâlâ’nın bu yapılandan razı olduğunu vurgulamıştır.
“Ey Muhammed! O ağacın altında sana bağlılıklarını bildiren o müminlerden Allah razı olmuştur…” (Fetih, 18)

Burada yapılan biatın içeriği konusunda yukarıda dört hadis geçmektedir. Cabir b. Abdullah hadisinde savaştan çakmamak üzere biat ettikleri zikredilmiştir. Seleme b. Ekvâ` hadisinde ise ölene kadar savaşmak üzere biat ettikleri zikredilmiştir. Tirmizî bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Ashabdan bazılarını savaştan kaçmayacaklarını söyleyerek Efendimize biat etmişken bazıları da ölene kadar savaşacaklarını söyleyerek biat etmişlerdir. Aslında dikkatle bakıldığında her ikisi de aynı anlama gelmektedir.

Fıkhu’l-Hadis
Allah adına savaşırken ölüm olsa bile savaştan kaçmak caiz değildir.

بَاب مَا جَاءَ فِي إِخْرَاجِ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى مِنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ
Yahudi ve Hıristiyanların Arap Yarımadasından Çıkarılması
11 (1606)- حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْكِنْدِيُّ، حَدَّثَنَا زَيْدُ بْنُ الْحُبَابِ، أَخْبَرَنَا سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرٍ، عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ،
أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: لَئِنْ عِشْتُ إِنْ شَاءَ اللَّهُ لَأُخْرِجَنَّ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى مِنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ.

11. Ömer b. el-Hattab’dan (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Eğer yaşarsam inşallah, arap yarımadasından Yahudi ve Hıristiyanları mutlaka çıkaracağım.”
Müslim, Cihad, 21; Ebu Davud, Harac, 21

Açıklama
Bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.
12 (1607)- حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عَلِيٍّ الْخَلَّالُ، حَدَّثَنَا أَبُو ع

(2672)