Kur’an’a Göre Hz. Peygamber (sas)
Beşer Olarak ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed (s.a.s)
Hz. Peygamber’i Tanımak
Yoksa Peygamberlerini henüz tanımadı-lar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? Mü’minün,69
Hz. Peygamberi tanımak; onu kabullenmek, yakınlık hissetmek, örnek almak ve sevmek için vazgeçilmez bir esastır. Tanımadan ne iman etmek, ne sevmek ne de örneklemek söz konusu olamaz.Tebliğin başköşesine seçtiğimiz kelam-ı ilahi de bunu açıkça ifade etmekte ve inkâr edenlere, peygamberlerini tanımadıkları için mi onu reddettiklerini sormaktadır.Sadece tanımak yeterli bir öge değildir. Asıl ve önemli olan yeterli ve doğru tanımaktır. Yanlış tanımakla hiç tanımamak ikilemi arasında bir tercih yapmak niyetinde değilim. Birini diğerine tercih etmek gibi anlamsız bir tutumun sanıyorum bu konumda yeri yoktur. Bu sebeple yanlış tanımak hiç tanımamaktan daha kötüdür demek yerine, ikisi de çok kötüdür, tercihini daha çok beğendiğimi ifade etmekle mutlaka doğru tanımak gerektiğine olan inancımı belirtmek isterim.
Amaç; Hz. Peygamberin, beşerüstü niteliğini değil, beşeri kimliğini bilmek ve tanımaktır. Beşerüstü niteliği, yani nebevi kimliği, imanla sorumlu olduğumuz alanla ilgili olup, bilgi sınırlarımız ve kavrayışımızın dışında, sadece peygamberlerin müşahede ettiği, örneklemekten söz etmenin bile anlamsız olduğu hususi ve çok özel bir tecrübedir. Beşeri kimliği ise, kavramak, öğrenmek ve örnek almak zorunda olduğumuz, ilahi vahyin somutlaştığı formattır. Hz. Peygamber’in melek yerine insan olma zaruretinin en temel gerekçesi de, insanoğluna gönderilen vahyin, onlar tarafından anlaşılabilir olmasını sağlamaktır. Bu da yaratılış bakımından aynı düzlemde/frekansta bulunan varlıklar arasından seçilen en olgun ve üst kimliğin yetkili ve sorumlu bir otorite olarak örneklenmesiyle mümkündür. Bu beşeri bir olgudur. Peygamberlerin bile birbirlerinin izine uymakla sorumlu tutulmaları, ilk günden beri süregelen ilahi vahyin ilke ve prensip birliğini teyit etmekle kalmayıp, beşer olmaları sebebiyle vahyi, örnekleme yoluyla öğrenmenin gereği ve zaruretini göstermektedir. Zira sadece peygamberin müşahede edebildiği vahy tecrübesi, daha sonraki peygamberler için güven veren, güçlü ve başarılı bir referans teşkil etmektedir.
Kurandaki ifade ve emirlerin muhtevasından hem “beşer nebi”nin örnek kimliğini hem de “mükemmel bir insan”ın sahip olduğu ilke, prensip ve karakter özelliklerini tespit etmek mümkündür. Tebliğimi yazarken, ilahi vahye muhatap olan peygamberin, yükümlülükleri konusunda en ufak bir savsaklama ve gevşek davranma tercihinin olmadığı, emrolunduğu gibi dosdoğru olmak zorunda olduğu ve bu husustaki titizliğinin onaylandığı ve kabul gördüğü yargısıyla hareket edilmiş ve tebliğde ifade edilen sonuçlara varılmıştır. Malzeme olarak, islam düşüncesinin bilgi kaynakları olarak kabul gören akıl, sağlıklı duyu organları ve haber-i sadık anlayışının oluşturduğu düşünce ve ufukla hareket edilmiş, rivayete dayalı bilgi bakımından olabildiğince tartışmalardan uzak mütevatir bir zemine oturtulmak arzusuyla hareket edilmiştir. Bu sebeple, tebliğin bilgi temeline -küçük birkaç ayrıntı hariç- Kur’an oturtulmuştur. Ancak bunu yaparken ne tarihte mutezilenin “halku’l-Kur’an” düşüncesine ne de onun çağdaş versiyonu olduğunu gizleyemeyen “Kur’an’ın Tarihselliği” yaklaşımlarına iltifat etmeden Kur’an, Kelamullah olarak algılanıp o çerçevede değerlendirilmiştir.
İslamı kabul ya da reddetmek tercih ve irademize bağlıdır. Ancak kabullendiğimiz mesajın gerektirdiği anlayışa bürünmek yerine, onu istediğimiz şekle büründürmek heva ve heveslerimize uymasını ondan beklemek gibi bir hürriyet sahibi olduğumuz iddiası vehimdir.Hz. Peygamberi tanımak, doğru anlamak ve özellikle örneklenmesi için dikkat edilmesi gereken hususlardan biri belki de ilki islamın ulusal bir din, elçisinin de ulus peygamber olmadığıdır. Evrensel değerleri ihtiva eden mesajları olan bu din, merkeze yerleştirdiği “insan” anlayışı ile mahalli ve milli motifleri sevgi ile kucaklayarak, farklılaşan pratikleri, aynı özden kaynaklanan değerler manzume-sinin tabii bir sonucu ve farklı bir formatı olarak görür ve kültürel zenginliğin gelişmesine imkân sağlar. Bu sebepledir ki, aynı evrensel değerlerin ortaya çıkardığı farklı formatlar zıtlaşmayı değil yakınlığı doğurur. Hz. Peygamberi tanır ve örneklerken yöresel ve kültürel motiflerin dini olandan ayırt edilmesinde belki de en önemli yardımı, Kitap-Sünnet bütünlüğünü gözden kaçırmadan, sünnetin her zaman üç boyutlu, yani; Fiili, Kavli, Takriri, olarak algılanması sağlayacaktır.
Çeşitli bakış açılarıyla, yanlış yorum ve algılama sebebiyle ortaya çıkan ve peygamberi özelliksiz herhangi bir şahıs gibi gören indirgemeci, onu beşeri kimliğinden soyutlayarak sadece beşerüstü tasvirlerle melek kimliğine büründüren yükseltmeci peygamber telakkileriyle tebliğin muhtevasını kabartmadım.Hamasi bir üslup kullanmaktan mümkün oldukça kaçınmaya ve Kuran’ın lafzına sadık kalmaya ve bu sadakatin gereği olmak kaydıyla da azami ölçüde saygılı ve duygulu bir üslup kullanmaya özen gösterdim ve bu tarzı bilimsel objektifliğe aykırı da bulmadım.
Tebliğimi Hz. Peygamber’in, nebevi ve beşeri kimliğini tanıtmaya çalışan iki ana bölüm ve alt kısımlara ayırarak açıklamaya ve olabildiğince özetlemeye çalıştım.
Arzediyorum…
A. NEBEVİ KİMLİĞİ (Beşerüstü Niteliği, Tüzel Kişiliği)
1- Hz. Peygamber’in Risaleti, Tebliğ Sorumluluğu ve Öğretisi
a. Risaleti
Seçkin, seciyeli ve asil karakterli bir genç, hiç beklemediği bir anda hiç beklemediği bir sesle irkilip, hiç beklemediği, (Sen, bu Kitab’ın sana vahyolunacağını ummu-yordun. (Bu) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak gelmiş) tir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma! Kasas,86) taşıması zor, (Doğrusu biz sana taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Müzzemmil,5) bir benzerini ortaya koymanın imkânsız olduğu (De ki: Andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler. İsra,88) bir sözü tebliğ etme görevini üslendi. Üstelik okuma yazma bilmeyen (Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. Ankebut,48) bu gence verilen ilk emir oldukça anlamlı ve bir o kadar da şaşırtıcıdır. Seçtiği nebisine bilmediklerini öğreteceğini ifadeyle, bilgilenmeyi inancın temeline oturtma anlayışını haykırarak işe başlamak anlamına gelen bu “İkra” çağrısı, aynı zamanda arap dilinde “bir başkasına selam gönderme” sözcüğü olarak kullanılması, yaratıcının, insanlara selam göndermesine de bir telmih olduğunu düşündürmekte ve mesajın başlangıcını daha sıcak ve anlamlı kılmaktadır;Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. (Alak,1,2)
Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir. (Alak,3,4,5)Peygamberlerin getirdiği mesajlar, karakteri itibariyle gayb bilgisine dayalı haberler olmakla birlikte, bu durum, peygamberlerin gaybı bildikleri ve gayb bilgisine ortak oldukları anlamına gelmez. Allah’ın iradesine bağlı olarak verilen bilgilerin dışında kesinlikle gaybı bilmezler. Gayb bilgisinin Allah’a ait olduğunu bildiren ayetler yanında, Allahın dilemesiyle Peygamberlere bu bilgilerin kısmen öğretildiğini ifade eden ayetler de vardır. Ancak gaybi bilgilerin ne olduğunun tesbiti ise yine güvenilir bir rivayet olmalıdır. Vahye muhatap olmanın asgari şartı akıl olsa da, imanla ilgili konuların tahdid edilmesinde akli kriterlerin belirleyici ve sınırlayıcı rol üstlenmesi iman mantığıyla bağdaşmaz. O takdirde bu gibi nübüvvetin karakteriyle zıt düşmeyen gayb ve mucizeyle ilgili meseleleri bir iman problemi olarak konuşmak ve tartışmaktan çok bir bilgi problemi gibi algılamak daha doğru ve isabetli bir yaklaşım olsa gerektir. Zira biz, daha çok bu konuları rivayet eden bilginin güvenilirliği konusunda fikir üretiyor ve söz söylüyoruz. Yoksa vahyi ve mucizeyi müşahede eden birisi gibi değiliz.
b. Tebliğ Sorumluluğu
Hz. Peygamber, herhangi bir menfaat ve karşılık beklemeden, ücret talep etmeden, dokunulmazlığa bürünmeden, herkes gibi olduğunu, hiçbir olağanüstü güç ve yetkiye sahip olmadığını, Allahın lütfu ve dilemesi dışında kendisine dahi hiçbir fayda ve zarar verecek güce sahip bulunmadığını her fırsatta vurgulayarak, “Bir Allah” düşüncesini ve Allah’ın kendisine vahyettiği emirleri insanlara tebliğ etmek gibi zor bir görevin seçilmiş kahramanıdır .
(İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüttür. Enam, 90)
O, kıyamete kadar bütün insanlığa gönderilmiş, başkalarının bilmediği gaybın bilgilerini onlardan esirgemeyen ve Allahtan başka hiç kimseden çekinmeden, korkusuzca, batıla iltifat etmeden, hak olan yöntemle, ısrarla ve sabırla, mücadelesini sürdürmek sorumluluğunda güvenilir bir uyarıcı ve öğütçüdür .
(O peygamberler ki Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter. Ahzab,39)
c. Öğretisi
Öğretisi, ferdi planda, şirkten uzak, “Bir Allah’a” iman eden ve Allah’tan başkasına boyun eğmeme fikri ekseninde kimlik kazandırma amacı taşıyan, özgüveni, tavrı olan, aşırılıklardan uzak, mutedil, yaşadığı dünyanın imtihan yeri olduğunun bilincinde, her iyiliği öven ve yücelten, her çirkinliği yeren ve reddeden, sabırlı kul ve insan yetiştirmek, sosyal planda da aynı özden kaynaklanan değerlerin yönlendirdiği, dengeli münasebetleri olan duyarlı bir cemiyet oluşturmaktır. Bu talepleri ileten elçiye Allah adına (izniyle) itaat etmek, öğretinin vazgeçilmez en temel şartı olarak kabul edilmektedir. Zira insan açısından yaratıcı ile diyalogun en önemli ögesi peygamberdir. Aksi takdirde yaratıcı ile diyalog kurma imkânı kalmaz.
(Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı. Nisa,64) Hz. Peygamber’in mesajının karakterini mükemmel bir şekilde özetleyen ve bir toplumsal sözleşmenin değişmez prensiplerini belirleyen aşağıdaki ayet, üslub ve ifade tarzı itibariyle de tam bir beyanname niteliğindedir;
De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım:
1. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın,
2. ana-babaya iyilik edin,
3. fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-;
4.kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve
5.Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size em-rettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.( Enam,151)
Beraberce mutlu bir hayat standardını yakalamanın ilkelerini ifade eden toplumsal sözleşmeye esas teşkil edecek öğretinin 5 temel ilkesini;
1. İnanç,
2. Aile ve birey,
3. Ekonomi,
4. Ahlak,(Etik) ve
5. Sosyal münasebetler ile ilgili düzenlemeleri teklif eden ilkeler olarak özetlemek mümkündür. Kuran ve sünnette, yukarıda ifade edilen ilkelerin her birine ait belirleyici ve açıklayıcı pek çok detay bulmak mümkündür.
2- Karşılaştığı Güçlükler (mesajına karşı gösterilen direnç, toplumsal baskı ve tepkiler)
Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber de mesajını ilettiği toplumda, ciddiye alınmamakla başlayıp alay edilmek, sürgün edilmek, ölümle tehdit edilmek hatta öldürmeye teşebbüs gibi gittikçe sertleşen tonlarda, insanoğlunun aklına gelebilecek her türlü tepkiyle karşılaşmıştır.
Mesajını reddedenler tarafından Hz. Peygambere karşı sürdürülen yıldırma ve sindirme faaliyetlerinden bazılarını, hiçbir yorum yapmadan, Kuran’ı Kerimin açık ifadelerinde belirtildiği şekliyle vermekle yetinmek istiyoruz;
“Peygamber gelmesine şaştılar, Haktan hoşlanmadılar, Alay ettiler, Sizin gibi bir beşeri ciddiye almanız gerekmez, Saçma sapan rüyalardır, Bunları kendisi uy-durmaktadır, O bir şairdir, Hiç şüphesiz o bir delidir, Size üstün ve hâkim olmak isteyen birisidir, Allah istese melek peygamber gönderirdi, Bu bir sihirdir, Bu insan sözünden başka bir şey değildir, Kuranı ona birisi öğretiyor, Bu adam yalancı bir sihirbazdır, Bu apaçık bir büyüdür, Mecnun bir şairdir, Geçmiş ümmetlere ait masallardır diyerek iftira ettiler.” “Vahyin dışındaki bir anlayışı Allaha isnat ettirmek ve vahyi değiştirmek için baskı yapmaları, Nebinin çevresinde bulunan insanları hor görüp, küçümseyerek onlara karşı tavır almasını istemeleri, Onu dinlemeye olan tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlükleri, düşmanlık için hesaplar yapmaları, Onu sürgün etmek için dünyayı başına dar getirecek kadar hakaret ve eziyet etmeleri, Hep yalana kulak vermeleri, Dört bir yandan peygambere hücum etmeleri ve tepkiyi yönlendiren yöneticilerin Peygamber’e karşı sürdürülen direnci toplumsal linç boyutuna taşıyacak kadar ileri götürmeleri, onun karşılaştığı güçlüklerden bazılarıdır.”… Hz. Peygamberin bütün merhamet ve ümmetine düşkünlüğüne rağmen bu baskılardan ne kadar sıkılıp daraldığını ve onun ruh halini süre-i Enam,58; ve Hud, 12’deki ayetler bütün açıklığıyla ifade etmektedir; (De ki: Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir. Enam,58),
(Belki de sen (müşriklerin:) “Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!” demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir. Hud, 12)
Ayrıca nübüvvet ile ilgili olarak, “peygamberin melek olması, kendilerince daha seçkin başka birinin peygamber olarak gönderilmesi gerektiği, nübüvvetini isbat için mucize getirmesi gerektiği, olmazsa onların başına türlü belalar getirmesi, göğe çıkması, gökten yazılı bir kitap getirmedikçe buna da inanmayacakları tarzında ifadelerle, peygamberin emirlerine uymak ve onu dinlemek yerine peygamberi kendilerine uydurup yönlendirme ve şekillendirme girişimleri, hem peygamberi tayin ve tespit yetkisini kendilerinde görmeleri hem de kişiye özel vahiy anlamına gelen nübüvvet beklentisi içinde olmaları”, işin daha vahim bir başka boyutunu teşkil etmektedir.
Bu kadar sert, insan haysiyet ve onuru ile bağdaşmayan, hiçbir evrensel norma saygısı olmayan, kural, değer tanımayan ölçüsüz, ilkesiz ve hiç de ahlaki olmayan direniş ve baskıya rağmen, Hz. Peygamberin azimle tebliğe devam etmesindeki en büyük tesellisi, belki de nübüvvetin değişmez kanununun çile ve sıkıntı olduğu bilincini ona kazandıran ilahi mesaja sıkı sıkıya kulak vermesi ve ona gönülden bağlanmasıdır;
Çile çekmek, nübüvvetin değişmeyen kanunudur;
“Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.
İsra,73
Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. İsra,74
O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın. İsra,75
Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. İsra,76
Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun da budur. Bizim kanu-numuzda hiçbir değişiklik bulamazsın. İsra,77”
3- İlahi Himaye ve Başarısı (zafere giden yol)
Yapılan bütün baskı, iftira ve hakaretlere rağmen Allaha güvenip dayanan Peygamberini, Yüce Rabbi yalnız bırakmadı, ona küsmedi, darılmadı, ondan yardımını esirgemedi ve kendisine yapılan iftiraların hepsini vahyi ile tek tek yalanlamakla beraber, diğer peygamberleri gibi onun da kendi himayesinde olduğunu açıkça müjdeledi.
Ayrıca meleklerin ve mü’minlerin yardımıyla onu destekleyeceğini ve ona yardım edenlere yardımcı olacağını, kendinden başka hiç kimseden korkmaması ge-rektiğini ve zaten onun huzurunda ve gözetiminde olan peygamberlerin kim-seden korkmadığını, yüce rabbin ona verdiği sözden caymadığını, Allah ve meleklerin ona salât ve selam söylediğini, sonuç itibariyle onu en kolaya, başarıya ve yakın bir zafere ulaştıracağını; (Allah, “Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır”. Mücadele,21) diyerek müjdeleyip üzülmemesi için teselli etmektedir.
Hiç kimsenin onu incitmesine bile razı olmadığını, bunu yapanları hem dünya hem de ahirette cezalandıracağını; (“Allah ve Resûlünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lânet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır”. Ahzab, 57 ) ifadesiyle açıkça belirtmektedir. “Hidayet üzere olan”, “özü sözü doğru”, “güzel kullar” diye nitelediği peygamberlerin hepsine birden, mücadelesi açısından örnek teşkil edecek özellikte olanlarına da ayrı ayrı “selam ve esenlik olsun” diyerek övgü ve takdirlerini lütfetmektedir. Ayrıca onların başarı ve muvaffakiyetlerini hatırından çıkarmayıp kitapta onları da anmasını son peygamberine emretmektedir;
Uzun yıllar mücadeleye, alay ve hakaretlere sabreden Nuh’u; Önce kendini, sonra yakınlarını ve diğer insanları ikna çabası ile mücadele eden ve başına gelen musibetlere büyük bir teslimiyet gösteren, ateşe atılan, hicret etmek zorunda kalıp vatanını terk eden, oğlunu kurban etmekle imtihan edilen ve sonunda muradına eren İbrahim’i;
Toplumsal kölelik felaketine karşı yılmadan amansız bir sosyal mücadele veren Musa ve Harun’u; Putperestlikle mücadelesindeki kararlılığını ve başarısını övmekle İlyas’ı;
Uğradığı zulme karşı şefkat ve merhametle sürdürdüğü mücadeleye atıfla İsa’yı; Bir kadın olarak uğradığı iftira, zorluk ve güçlük karşısında yılmadan mücadelesini sürdüren, iffetini koruyan ve onurlu yürüyüşüne devam eden Meryem’i; Hastalık, bela ve musibetlere sabreden Eyyüb’ü; Sabırlı, kararlı biçimde sonuna kadar tebliğe devam etmesi için, ilgisizliğe kızıp sırtını dönen, Allahın emir ve müsaadesi olmadan hicrete kalkışan Yunus’u; Hüzün ve hasret çeken bir gönül olarak benzer yönleriniz olan İshak ve Yakup’u an! An ki! Sana ve senden sonrakilere ders, örnek ve umut olsun! Yüce Allah, Hz. Peygambere, diğer peygamberleri hatırlayıp, başkalarına hatırlatmasını emretmek suretiyle, ona hem vefa duygusunu öğretmekte, hem de mücadelesinin başarısına referans teşkil edecek örnekleri takdim ederek ders ve umut aşılamaktadır. Ayrıca ona ve bütün insanlara, tarih boyu kutsal değerler mücadelesinde aynı sıkıntı ve kaderi paylaşmış peygamberler ailesine sevgi ve saygıyla vefa duygularını takdim etme nezaketini öğretmektedir; işte şöyle;
Koca cihanda Nuh’a selam olsun! Saffat,79
İbrahim’e selam olsun! Saffat,109
Musa ve Harun’a selam olsun! Saffat,120
İlyas’a selâm olsun! Saffat,130
Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağı gün ona(İsa’ya) selam olsun! Meryem,15
Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik bana-dır(İsa’ya). Meryem,33
Bütün peygamberlere selam olsun! Saffat,181
Allah’a hamd, seçkin kullarına selam olsun! Neml,59
Mü’minlere selam olsun! (Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Enam,54; Onlara merhametli Rabbin söylediği selam vardır. Yasin,58)
Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. Ahzab, 56
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da hamd olsun! Saffat,182
B. BEŞERİ KİMLİĞİ -VE ÖRNEK ŞAHSIYETİ- (Gerçek ve Özel Kişiliği)
1- Kişiliği ve Karakteri
Güzel ve temiz giyinen, güzel konuşan, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan, gönlü geniş, ufku açık ve ileri görüşlü, şerefli ve şanı yüce, gece gündüz demeden çalışan, gayretli , Kureyş aristokratlarının hoşlanmadığı ve çevresinden uzaklaştırmak istediği mütevazı insanları çevresinden uzaklaştırmak bir yana onları sahiplenip değer veren, vefalı ve yanında bulunanları sosyal statüleri ile değerlendirmeyen, insan olma erdemini yeterli gören, alçak gönüllü, utangaç , şefkatli ve son derece merhametli bir idi. Onun şefkat ve merhametli kimliğini yüce rabbi şu kelamı ezelisi ile niteleyerek ebedileştirmektedir;
Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. Tevbe,128;
Bu yeni Kitab’a inanmazlarsa (ve bu yüzden helâk olurlarsa) arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin. Kehf,6
Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! Enam,35
(Resûlüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi (dilemezse) hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur. Nahl,37
Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir. Yusuf,103
Hiç kimsenin elinde bulunan varlık ve zenginliğe göz dikmeyen, ona iltifat etmeyen, mü’minlere kol kanat geren, onlara kendi canlarından daha yakın, onları kendilerinden daha çok düşünen, çektiği darlık ve yokluklardan dolayı üzülmeyen, çok cömert, asla eli sıkı olmayan, saçıp savurmayan, tutumlu, sabırlı, kararlı, sosyal statülerinden dolayı kimsenin yanında ezik durmayan onurlu, Allahtan başka hiç kimseden korkmayan, korkusuz, cesur, dostluk anlayışını Allahın dostluğu ilkesi üzerine bina eden, kötü arzuları peşinde koşanlara iltifat etmeyen, her an rabbinin gözü önünde ve gözetimi altında olduğunun bilincinde her türlü kötülüklerden uzak, kötülüklerle en güzel üslupla mücadele eden, yaptıklarını önemseyip başa kakmayacak kadar erdem sahibi, güvenilir ve her zaman ve herkese karşı dürüst, özel ve beşer nevinin yükselebileceği en üst seviye ve standartta tüm cihana rahmet ve merhametin sembolü olarak gönderilmiş örnek bir şahsiyetti.
2- Beşeriyeti ve Kulluğu
Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamberin de bir beşer ve kul olduğu tartışmasız bir hakikattir. Peygamberler de herkes gibi ölümlü olduklarını, ibadetle ve bütün emirlerle sorumlu tutulacaklarını, dokunulmazlıklarının olmadığını, insanlara tebliğ ettikleri emirlerin aksine davranma hürriyet ve tercihlerinin kesinlikle bulunmadığını, böyle bir davranışta bulunmaktan Allah’a sığınıp onun azabından korktuklarını sık sık ifadeyle kulluk konusunda herkesten daha duyarlı olduklarını açıklamış ve davranışlarıyla da göstermişlerdir.
Peygamberler herkes gibi sorguya çekileceklerini, başarılarının ancak Allahın yar-dımıyla olacağını, güçlerinin yettiği kadar ıslah etmek için uğraştıklarını, iste-dikleri an mucize getiremeyeceklerini, kendilerinin de ancak diğerleri gibi bir insan (beşer) olduklarını, onlara sadece vahyolunduğunu vurgulayıp, olağa-nüstü isteklere karşılaştıklarında peygamberler rablerini tenzih ederek, ancak onlar gibi bir beşer olduklarını söylemişlerdir. (ısra 93),
Müşriklerin arzu ve isteklerine uymayacaklarını aksi halde hidayete eremeyecekle-rini, Allaha isyan etmekten ve onun azabından korktuklarını ifadeyle, dürüstlükte sorumlu olduklarını, kitaba uymalarının farz kılındığını beyan etmişler ve kâfirlere ve münafıklara boyun eğmemişlerdir.
Ancak rabbine yalvarır ve Ona güvenir dayanırlar. Bir beşerin peygamber olarak gönderilmesini şaşkınlıkla karşılayanlara Peygamber’in lisanıyla Allah, daha önce gelip geçmiş ümmetlere gönderilen nebilerin de herkes gibi yiyen içen, çarşı pazarda gezip dolaşan, çoluk çocuğu olan ölümlü birer insan olduklarını hatırlatarak bunu yadırgamamaları gerektiğini ve eğer onlar melek olsaydı o takdirde onlara melek peygamber gönderileceğini ifade ederek, şayet onlara melek peygamber gönderilse yine aynı şekilde büyülendiklerini düşünerek bunu algılayamayacaklarını açıklamaktadır.
Hz. Peygamber de, “Bir Allah’a” iman etmek ve ona asla ortak koşmamak, isyan etmemek, sadece ona kulluk etmek, müslüman olmak, namaz kılmak, Kur’an okumak, emrolunduğu gibi dosdoğru olmakla yükümlü ve sorumlu olduğunu aksi halde Yüce rabbinin azabından korktuğunu defalarca ifade etmiştir. Melek olmadığını onlar gibi bir insan olduğunu, kendisine vahyedilene uyduğunu, ne onlara ne de kendisine bir zarar ve fayda verebilecek olağanüstü bir güce sahip bulunmadığını ve Allah’a karşı onu himaye edebilecek hiçbir güç ve kudretin olmadığını kesin bir dille tekrar tekrar ifade etmiştir.
(Resûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık; (bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin herşeyi hakkıyla görmektedir. (Furkan,20)
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır. (Ra’d, 38)
Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük. (Enam, 9)
3- Sosyal Münasebetleri ve Tavrı
İçinde yaşadığı toplum tarafından iyiliksever, güzel ahlaklı, üstün meziyetleri olan, yüksek karakter sahibi biri olarak tanınan Hz. Peygamber, devrinin felsefi ve edebi atmosferinde adından hiç söz edilmeyen, bu alanda herhangi bir şiir ve edebi hitabesi olduğuna dair en ufak bir belirti bile olmayan ümmi birisi idi. Onun bu yönünü ilk muhatapları olan Mekke’li müşrikler zaten biliyordu. Kendisine yönelttikleri eleştiri ve hakaretlere karşı O, daha önce yıllarca beraber yaşadıkları hayatında onları doğrulayan bir tek vakıanın olmadığını söyleyerek geçmişte yaşanmış yılların berraklığını vurgulayarak meydan okuyordu. (De ki: Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz? Yunus, 16) Daha sonraki muhatapları olan ehl-i kitap da onu, öncekilerden daha az tanıyor değildi. Onlar da Peygamber’i öz çocukları gibi bilip tanımaktaydı. (Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler. Bakara,146) (Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Resûlullah’ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerine ziyan edenler var ya, işte onlar inanmazlar. En’am, 20)
Sorumluluğunun bilincinde, insana değer veren, çevresinde bulunan herkesin acısını içinde hisseden, kendisine inanmayanların bile mahvolup gitmesine olan üzüntüsünden dolayı kendisini kahreden, özgüven sahibi, başkalarının kimliğine saygılı, içinde yaşadığı toplumun tabii ve beşeri kültür mozaiğine sıcak, geçmişe ve peygamberler ailesine vefalı, müslüman olan ve olmayan herkesle iyi diyalog kurup onlara güzel davranan, barışın en doğru yol olduğunu, barış ve esenlik içinde yaşamanın savaştan daima iyi ve güzel olduğunu, hiç kimsenin inanç ve kanaatlerini değiştirmeye zorlanamayacağını düstur edinmiş bir sosyal münasebet çizgisi vardı.
Hayatı boyunca kendisiyle ilgili her haksızlığa bağışlamayla mukabelede bu-lunmuş, ancak kamu hakkının söz konusu olduğu yerde gerekeni yapmıştır. Araştıran herkes, onun beddualarında bile bu hususun belirleyici olduğunu kolayca fark eder.
Günümüz dünyasının en ciddi problem ve felaketi olan işkence ve soykırım olayları, kendi düşünce ve kimliğinde olmayanlara hayat hakkı bile tanımayan ve onlara her türlü insanlık dışı tavrı reva gören anlayış sahiplerinin, Hz. Peygamber’den öğreneceği çok şey vardır. Sıkıntılarla geçen hayatında, kendisine düşmanlığın her türlüsünü reva görenlere bile, işkence şöyle dursun, insan onuruna yakışmayan bir tavrı ne yapmış ne de başkasının yapmasına müsaade etmiştir.
Kendisini inkâr eden ve ona düşmanlık edenlere karşı tavrını belirleyip, tavsif eden Kur’an’ın ifadelerinden anlaşıldığına göre O, muhataplarının eleştirilerine katlanır, hemen kabullenmelerini beklemek yerine onlara süre verir ve sabırlı davranır, kabullenmeyenleri de kendileriyle baş başa bırakır ve Allah’a tevekkül eder, kabalıklarına tahammül gösterir, sert ve kaba değil nazik ve zarif davranır, bağışlayıcı olur, güzel ve etkileyici sözlerle onları imana ve doğruluğa çağırır, ayrılırken de güzellikle ayrılırdı.
Kendilerine canlarından daha yakın bir nebiye, mü’minlerin davranışı da ölçüsüz değildi. Gerekli- gereksiz sorularla bunaltmaktan kaçınır, davetsiz evine gitme ve lakırdıya dalma nezaketsizliğinden sakınır, onunla konuşurken herhangi biri gibi konuşmaz saygılı bir ifade ve ses tonuyla ve başa kakmadan konuşurlar, baş başa gizli şeyler konuşmadan önce de sadaka vermeleri gerektiğini bilirler, onu incitip emrine aykırı davranmanın ne türlü belalara sebep olacağından korkarlar, Hz. peygamberin eşlerini anneleri bilirler, ona salât ve selam eder, sevgi ve bağlılıklarını ifade ederlerdi.
Çevresindeki dostlarına saygı, sevgi ve mütevazı davranışın en üst örneklerini sergileyen Hz. Peygamber, kendisine yöneltilen aşırı iltifat ve yüceltmeden sıkılırdı. Bu kadar saygın bir zata karşı çevresindeki dostlarının saygı ve sevgisi de, Kuranın emir ve talebine uygun biçimde onların sözcüklerine bile yansırdı da,
Ona hitab ederken; “Anam babam sana feda olsun”/ “Fidake ebi ve ümmi”; “Canım sana kurban olsun”/ “Cealeniyellahü fidaeke”; Çağırıldıklarında da, “Buyur! Emret! Kurbanın olayım ya Rasulellah”/ “Lebbeyke ve sa’deyke ya rasüllellah ve ene fidaüke” şeklinde nezaket, zerafet, ihlâs ve içtenlikle, sevgi yüklü cümlelerle seslenip sonsuzluk semalarında yankılanıp bu güne kadar intikal etmelerine ve kulaklarımız kadar gönüllerimize de süzülüp girmelerine vesile oldular.
Müslüman kadınlara davranışını, kadın kimliğine kazandırdığı kıymet ve değeri, bütün zorluk ve güçlüklere rağmen iffet, onur ve haysiyetini koruyan ve Al-lah’a kulluğun en güzel mücadelesini veren, azim ve kararlılık abidesi olarak ona da ümmetine de örnek kimlik olarak sunulmak suretiyle, hikâyesi Kuran’ı Kerim’de anılmaya layık Hz. Meryem’in bayraklaşan kimliği en güzel şekilde açıklamaktadır. Ayrıca o nebi, cemiyetin çok önemli bir üyesi olan kadınla daha önce benzeri görülmemiş bir sosyal sözleşme yapmış ve ona toplumsal fonksiyonunu ve o olmadan kusursuz bir cemiyetin olamayacağını, çok daha önemlisi varlık-yokluk arasında gidip gelen kadına, yaratıcının verdiği değeri ve kendini önemsemeyi öğretmiştir;
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, hiç yoktan yalan uydurarak iftira atmamak, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Mümtehine,12
Kimseyi zorla değiştirme hakkına sahip olmayan Hz. Peygamberi de hiç kimsenin değiştiremeyeceğini, ilahi emirleri tebliğ etme görevine engel olamayacağını ve onu yolundan alıkoyma çabalarının boş ve gereksiz olduğunu, böyle bir diyalogun varlık-yokluk mücadelesinde ayrılık ve restleşmeyi kaçınılmaz kıldığını açıkça ifade eden ilahi vahyi, büyük bir cesaret, onur ve özgüvenle herkese ve toplumsal mozaiğin her kesimine yüksek sesle O, haykırmıştır;
Müşriklere;
Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah’a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.” Yunus,71
İşte onun için sen (tevhide) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların he-veslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize; sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır. Şura,15
(Resûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durma-dan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme. Kalem, 10, 11, 12,13,14
Münafıklara;
Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın! Nasıl bu hale geliyorlar? Münafikun,4
Herkese ve her kesime;
(Resûlüm!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım. Yunus,41
(Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Kafirun,1,2
Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Kafirun, 3
Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Kafirun, 4
Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Kafirun,5
Sizin dininiz size, benim dinim de banadır. Kafirun,6
Sonuç
İlahi vahye yükselmek için nübüvvet ve nebiye iman şarttır. Sizi ilahi vahye yükselten nebiyi, vahiy ile yüz yüze geldikten sonra terk etme imkânını bulamazsınız. Zira vahiy buna imkân tanımaz.
Kur’an’ın üslubu da, soyutla-somutu bütünler tarzdadır. Çoğunlukla Hz. Peygam-ber’i muhatab alıp onun şahsında soyutu somutlaştırması bile Nebi’yi dışlayarak Kuran’ı anlamaya manidir.
Nübüvveti ve destekleyici tezahürlerini kabulde akli kriterlerin kullanılması ilkesiz bir yaklaşımdır. Bu sebeple mucizelerin kabul ya da reddi -müşahede eden veya bilgi sahibi olanlar için- akıl ölçüleri açısından nübüvvetin kabul ya da reddinden farksızdır. Zira her ikisi de olağan değil olağan üstüdür; yani mucizedir.
Nübüvvetin olağanüstü mahiyetini Peygamberin beşeri kimliğine hapsetmek, anla-şılması güç bir yaklaşımdır. Oysa asıl olan herkes gibi kul olma zorunda olan Peygamber’in insanlara mükellefiyetleri konusunda örnekliğinin anlaşılır ol-masıdır. Yoksa beşer nevinin imkân ve imkânsızlıkları ölçeğinde peygamberliğin çerçevelenmesi, nübüvveti de nübüvvetin kabullenilmesini de imkânsız kılar.
Peygamber ile diyalog sevgi muhtevalı olmak zorundadır. Her hangi bir bilgilenme ve enformasyon münasebeti değildir.
Hz.Peygamberin anlaşılmasını sadece akıl eksenine indirgemek yerine, onun iman, sevgi, sezgi, özgüven ve akıl-bilgi ekseni ile zenginleştirilmesi gerekmektedir.
Her saygı biçimini ve sevgi sözcüğünü sadece yaratıcıya layık görüp kullarından, hele hele saygı ve sevgi göstermekle sorumlu olduğumuz Hz. Peygamber’den esirgemek en azından nezaketsizliği teşviktir. Kuran’ın öğretisine de terstir. Genelde peygamberleri özelde Hz. Peygamber’i bütün ilgi ve iltifatlardan mahrum etmek ve bunu onlara çok görmek Kur’an’ın onlara ilgi ve iltifatını hiçe saymak olmaz mı?
Ölçüsüzlüğe geçit vermeyen ifadelerimden, asla, bu sevgi ve saygının resmi bir formatının olması sonucu da anlaşılmamalıdır. Soyut ve nesnel bir şey olan sevgi ve saygı, somutlaştıran şahsın kimliğiyle tezahür etmesi sebebiyle özneldir. Öznel olanın, kişisel bir formatının olması kadar tabii bir şey yoktur.
İlke ve prensiplerden uzaklaşıp her şeyi detaylandırmak, kişisel kabiliyeti yok et-mektedir.
Beşeri farklılıklarımızı yok sayan gayri tabii yaklaşımların getirdiği tektipçilik ilkel-liğinden ve monotonluğundan bırakalım hiç olmazsa sevgimiz uzak olsun. Prangalarla gemlediğimiz algılama dünyamız yaratıcı zekâyı öldürdüğü gibi artık beşeri farklılıklarımızı da yok saymaktadır.
Hz.Peygamberin yüceltmeci bir anlayışla, dolaylı ya da doğrudan melek olduğunu ifade etmek onun kadrini yüceltmez. Ancak indirgemeci bir anlayışla, vahye mazhar olmuş bir şahsiyetin, beşer üstü bir eksende, olağan üstü, aşkın bir varlıkla diyaloğunu yok sayarak özelliksiz “her hangi bir kişi” gibi görmek de daha az incitici değildir. Kişisel hırs ve otoritelerinin geleceği bakımından tehdit teşkil etmesinin dışında hiçbir evrensel etiği olmayan sebeplerle, dünyayı başına dar getirecek kadar kendisine zulmetmiş insanları, zayıfken bağışlamak daha kolaydır. Kaç insan, hayatı kendisine zindan edenleri, daha önce sürgün edildiği yurduna, Mekke fatihi olarak, muzaffer bir komutan tavrı ile döndüğünde, güçlü iken bağışlama erdemi göstermiştir? Tarihin hafızasına bakın kaç örnek bulabilirsiniz? Böylesine bir erdemi melek değil, insanın gösterebilmiş olması anlamlıdır.
İnancıma göre mutlu bir toplum oluşturma iddiasında olanların fert ve toplum bazında örnek şahsiyetleri peygamberlerdir.
Kur’an dikkatle takip edildiğinde Hz. peygamber için;
a) Yalnız, yetim, garib, bilgisiz iken, zengin edilip, doğru yola ulaştırılan,
b) Ahlaki açıdan iyi ve güzel bir ömür yaşayan,
c) Rabbinin emirlerine uyan,
d) Yumuşak huylu yüksek karakterli güzel ahlaklı,
e) Allahın lütuf ve nimetini ermiş,
f) Doğru yola iletilmiş,
g) Şanlı bir zaferle müjdelenmiş,(Fetih 2,3)
h) Bağışlanmış,
i) Örnek bir kul,
süreci açıkça ifade edilmektedir.
Böylesine insani erdemlerin tamamını Kuran’ın şehadet ve onayı ile şahsında temsil eden Hz. Peygamber’in mükemmel kimliğinin örneklenmemesi hangi gerekçe ve mahzurla izah edilebilir? Bazı olumsuz ve yanlış rivayetlerden seçilen kötü örneklerden yola çıkılarak, cedel mantığı ekseninde çözümsüz hale getirilen problemlerin çözümünü, bütünün reddedilmesi kolaylığı ile çözüme kavuşturma gayreti bilimsellikten çok, sonuç almaktan başka ilke ve prensip tanımayan “bitirim erbabı”nın üslubudur. Rivayete dair kusur ve eksikliklerin ortaya çıkardığı problemleri bir bilgi problemi olarak algılamak ve öyle davranmak bilimsel metod ve etiğin gereğidir. Bunların ortaya koyduğu verileri iman problemi gibi algılamak ya bilgi veya ahlaki zaaf anlamı taşımaktadır. Peygamberin mucizelerine dair haberlerin böyle anlaşılması gerektiği kanaatini taşımaktayım. Bu meseleyi bir iman problemine dönüştürmek yerine bir bilgi problemi olarak algılamak ve böyle bir yaklaşım sergilemek daha doğrudur.
Yaratıcı tarafından övülmüş güzel meziyetlere sahip olan, güven veren, örnek insan Hz. Peygamber’e benzemek ve onu örnek almak yerine, Peygamber’i kendimize benzetmeyi yeğliyoruz. Beşeri standardın en üst noktasına hedef olan Hz.Peygamber, “örneklik” konumundadır.
Muhtevası ve fonu boşaltılmış kelimelerle, ruh zenginliği ve duyarlılığı yok edilmiş bir suje’nin İslam’ı ve Peygamber’ini algılaması hem de doğru anlama ve algı-laması güçtür. Bu türden bir obje-suje, ilişkisi bizi polemiğin dipsiz kuyusunda debelenmekten ve kendi egomuzla tatmin bulmaktan öteye götürmez.
Algılama kusurları ve yanlış yorumlama problemleri olsa da, büyük bir övgüyle söz etmek gerekir ki, bu ümmet arasında Peygamber’inin beşeriyetini unutup onu hâşâ tanrı ya da yarı tanrı kabul eden ne avamdan ne havastan tek bir fert bulunmaz dersem mübalağa sayılmaz. Bu tesbitten sonra itiraf etmeliyim ki; belki de bu yarayı daha da derinleştiren bazı akademisyenlerin sentezden uzak sadece analitik yaklaşımlarla daralttıkları ufuklarından olaylara yaklaşma ve sonuca varma çabalarıdır. Bu yaklaşım biçimine bir de reaksiyonların getirdiği heyecanla ego karıştırıldığında sonuç daha karmaşık, bilimsel olmaktan uzak bir nitelik kazanmaktadır.
Topluma doğru bilgi ve yüce hedefler sunmak gibi bir misyon üstlenmiş olan ilmiye sınıfının, varoluş sebebi olan bu etiği unutup toplumun algı ve anlayışının baskısı ve konjonktürel kabullerin medyatik etkisi ile meselelere yorum getirmesi, süreci etkilemek yerine pasif bir olguyla süreçten etkilenme güdüklüğü içinde her önüne sunulanı meşrulaştırma gayreti içinde olması ona, vaftiz müessesesi görüntüsü vermektedir.
Çeşitli siyasi, sosyal ve kültürel baskı gurublarının arzuları doğrultusunda şekillenen peygamber ve islam anlayışı, kendisini peygamber ve islama uyma anlayışı ile değiştirmelidir. Samimiyet bunu gerektirmektedir. Benzeyemedikleri ya da benzemek istemedikleri nebiyi kendilerine benzetme kolaylığını tercih etmek en hafif tabirle ciddiyetsizliktir. Hele böyle bir sonucu elde etmek için beşerilik argümanını kullanmak bilinçli ciddiyetsizliktir.
Peygamberler ailesine vefa, selam ve sevgi anlayışıyla öğütlenmiş ve onaylanmış siretleri takip etmek ve onları örnek almakla mükellef, kendinden önceki nebilerin izine uyma sorumluluğundaki bir nebiye; örnek beşer ve peygamber Hz. Muhammed’e hürmet ve muhabbetle selam olsun.
Saygılarımla…
03.06.2001
(1422)