Lafzen ve Manen Rivayeti / Tirmizi: Cenaze Bölümü
Lafzen ve Manen Rivayeti
A- Lafzen Rivayet
Gerek tebliğ görevinin değişiklik kabul etmeyen temel niteliği, gerek Hz. Peygamber’e söylemediği bir sözü isnad etmeme dikkati ve gerekse en üst seviyede ashabı kiramda gördüğümüz tesebbüt uygulaması ve hadis rivayetine karşı gösterilen titizlik, tabiî olarak, okuyucuyu hadis metinlerinde yer alan kelimelerin, Hz. Peygamber’in mübarek ağızlarından çıkan kelimelerin aynısı olduğu ya da öyle olması gerektiği sonucuna götürebilir. Açıkçası, bunca dikkat ve titizliğin bu neticeyi temin etmesi gerektiği düşünülebilir. Aslında, asıl amaç da gerçekten budur. Yani hadisleri lafzen ve Hz. Peygamber’in ağzından çıktığı gibi, kelimeleri değiştirmeden hatta yer değişikliğine bile gitmeden rivayet etmektir.
Lafzen (kelimesi kelimesine aynen) rivayet edilmiş hadisler az da olsa mevcuttur.
Lafzen hadis rivayetini benimseyenler kaynaklarda “hadisi kelimelerini değiştirmeden rivayet edenler” anlamında اصحاب الحروف diye isimlendirilmişlerdir. Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Ebu Ümame, Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir, Muhammed b. Sirîn, Recâ b. Hayve, İmam Mâlik, Süfyan b. Uyeyne kaynaklarda lafzen rivayeti benimseyen isimler olarak kaydedilmektedir.
Hadislerin Lafzen Rivayetini Gerekli Görenlerin Gerekçeleri
1. “Kim bile bile bana isnad ederek yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” hadisi sahabenin Hz. Peygamber’den işittikleri hadisleri naklederken azami oranda titiz davranmalarını sağlamıştır. Bu sebeple onlardan bir kısmı hadisleri lafızlarını değiştirmeden nakletmeye önem vermişlerdir.
2. “Sözümü işitip ezberleyen ve sonra da işittiği gibi rivayet eden kimsenin Allah yüzünü nurlandırsın” hadisinin de, ilim adamları tarafından, hadislerin aynı lafızlarla rivayet edilmesini ifade ettiği belirtilmektedir.
3. Hz. Peygamber Arapların en fasihidir. O kendisini Cevâmiu’l-kelim olarak ifade etmiştir. Bu tabir az sözle çok manalar ifade etme demektir. Efendimizin bu özelliğini gösteren birçok hadis örnek olarak gösterilebilir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in kullandığı lafızları değiştirmenin isabetli olmayacağı endişesi vardır. Nitekim “Aranızda fıkıh bilgisi (hadis) taşıyan nice kimseler vardır ki onu kendilerinden daha iyi anlayan kimselere nakleder” hadisi de hadislerin ifade ettikleri mananın herkes tarafından aynı derecede anlaşılamayacağını belirtmektedir.
4. Ezan, Kâmet, Teşehhüd gibi kendisiyle ibadet yapılan metinleri Hz. Peygamber bizzat ilgili kişilere talim ettirip öğretmiş, gerek efendimiz hayattayken gerekse vefatından sonra bunlar onun öğrettiği şekilde değişmeden okunmaya devam etmektedir.
5. Hz. Peygamber’in uygulamasında lafzın önemli olduğuna işaret edilmektedir. Berâ b. Âzib anlatıyor: “Resûlullah bana: ‘Yatacağın zaman namaz abdesti gibi abdest al ve sonra sağ yanına yatarak şu duayı oku.’ buyurdu:
اَللّٰهُمَّ أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ وَفَوَّضْتَ أَمْرِي إِلَيْكَ وَأَلْجَأْتَ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَ رَهْبَةً إِلَيْكَ لاَ مَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَى مِنْكَ إِلاَّ إِلَيْكَ آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وَبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ
Ben bu duayı Resûlullah’ın huzurunda iyice ezberleyip tekrar etmek istedim de: وَبِرَسُولِكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ dedim. Efendimiz (s.a.v.): وَبِنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ diye düzeltti.”
Görüldüğü gibi, Efendimiz, “Resûl” değil de “Nebi” denmesi lâzım geldiğini hatırlatmıştır.
6. Mana ile rivayete izin verildiği takdirde her ravinin manayla rivayet etmesi durumunda son ravide hadisin önemli ölçüde değişeceği endişesi de bulunmaktadır.
Birkaç Örnek
Örnek – 1 : Bir gün Ubeyd İbn Umeyr, Abdullah İbn Ömer’in (r.a.) yanında şu hadisi rivayet eder:
مَثَلُ الْمُنَافِقِ كَمَثَلِ الشَّاةِ الرَّابِضَةِ بَيْنَ الْغَنَمَيْنِ
“Münafığın durumu iki sürü arasında gidip gelen bir koyuna benzer.” Yani münafık, kâfirlerle mü’minler arasında gidip gelen ve birinde karar kılamadığı için iki tarafça da kabul görmeyen bir tiptir. Mü’minlerle düşüp kalktığı için kâfirler nazarında hor ve hakir görülür; bir mü’minin iç bütünlüğüne ulaşamadığı ve tam mânâsıyla iman edemediği için de mü’minlerin nazarında hor ve hakir olur.
İbn Ömer kızar ve: “Hayır, öyle demedi!” diye mukabelede bulunur. Ubeyd: “Ya nasıl dedi?” diye sorar ve İbn Ömer: “Ben Resûlullah’tan böyle duydum” diyerek, hadisi şu şekilde okur:
مَثَلُ الْمُنَافِقِ كَمَثَلِ الشَّاةِ الْعَائِرَةِ بَيْنَ الْغَنَمَيْنِ
Aradaki fark, sadece اَلرَّابِضَةِ ile اَلْعَائِرَةِ farkıdır. Bu hâdise Müsned’deki başka bir rivayette ise şu şekilde kaydedilmiştir: Ubeyd b. Umeyr:
إِنَّ مَثَلَ الْمُنَافِقِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَالشَّاةِ بَيْنَ الرَّبِيضَيْنِ مِنَ الْغَنَمِ، إِنْ أَتَتْ هَؤُلاَءِ نَطَحَتْهَا، وَإِنْ أَتَتْ هَؤُلاَءِ نَطَحَتْهَا
“Münafığın durumu iki sürü arasındaki koyuna benzer ki, sürünün birine katıldığında onu boynuzlarlar, diğerine katıldığında yine boynuzlarlar.” diye rivayet eder.
Abdullah İbn Ömer: كَالشَّاةِ بَيْنَ الرَّبِيضَيْنِ yerine: كَالشَّاةِ بَيْنَ الْغَنَمَيْنِ olacağını söyler. Zira kendisi Efendimiz’den bu şekilde işitmiştir.
Örnek – 2 : Sahabenin gösterdiği bu hassasiyeti, aynıyla tâbiîn ve tebe-i tâbiîn de göstermiştir. Meselâ, meşhur Süfyan İbn Uyeyn’e şu hadisi rivayet eder:
نَهَى رَسُولُ اللّٰهِ * عَنِ الدُّبَّاءِ وَالْـمُزَفَّتِ أَنْ يُنْتَبَذَ فِيهِ
“Nebi (sallallâhu aleyhi ve sellem), kabaktan elde edilen ve ziftli kaplarda (koruk, üzüm, hurma usâresi gibi) şıra kurmaktan menetti.” Daha sonra bu hadis Süfyan’ın yanında: أَنْ يُنْبَذَ فِيهِ şeklinde rivayet edildi. Bunun üzerine Süfyan: “Ben Zührî’den öyle duymadım. O, bu hadisi şöyle rivayet ediyordu.” diye itiraz eder ve hadisi yukarıdaki şekliyle okur.
Aradaki fark, birinde fiilin sülâsî, diğerinde ise humâsî iftiâl babından olmasıdır ve mânâ olarak da önemsiz bir nüans söz konusudur.
Örnek – 3 : Beş yüz sahabîyle görüştüğü söylenen ve bir beldeye vardığında: “Beş yüz sahabî görmüş bir insan geliyor.” denen, tâbiînin büyüklerinden Abdurrahman İbn Ebî Leylâ: “Yüz yirmi sahabî tanıdım ki, -bir mescitte aynı anda yüz yirmisi de oturuyor olabilir- kendilerine bildikleri bir şey sorulduğunda hep birbirlerinin yüzlerine bakarlar; konuşurken, Resûlullah’ın sözlerine bir kelime karıştırırım korkusuyla başkasının cevap vermesini beklerlerdi.” demektedir. Kimse cevap vermeyince de nihayet bunlardan biri dişini sıkar ve Allah’a dayanarak, -İbn Mesud gibi-
أَوْ دُونَ ذَلِكَ، أَوْ فَوْقَ ذَلِكَ، أَوْ قَرِيباً مِنْ ذًَلِكَ، أَوْ شَبِيهاً بِذَلِكَ hatırlatmasıyla rivayette bulunurlardı.
B- Mânen Rivayet
Lafzen rivayet edilmiş olmak, mana ile rivayet edilmiş olan hadise karşı tercih sebebidir. Ancak gerek sahabe, gerekse sonraki nesilden ravilerin, çoğunlukla hadisleri manen rivayet etmiş oldukları da bir gerçektir. Aslında bu konuda bizzat Hz. Peygamber’in müsaadesi vardır. Hatib Bağdâdî’nin verdiği bilgiye göre, bir grup sahabî Resûlullah’a (s.a.v.) müracaat etmiş ve “Ya Rasulallah, bir hadis dinliyoruz, fakat daha sonra onu duyduğumuz gibi hatırlayıp nakletmeyi beceremiyoruz” diyerek arz-ı halde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber:
قال قلنا لرسول الله صلى الله عليه وآله وسلم بأبينا أنت وأمنا يا رسول الله انا لنسمع الحديث فلا نقدر على تأديته كما سمعناه قال إذا لم تحلوا حراما ولا تحرموا حلالا فلا بأس
“Manayı bozmadığınız, haramı helal, helali haram kılmadığınız sürece hadisi mana olarak rivayet etmenizde bir sakınca yoktur” buyurmuştur.
Bu müsaade, hadis rivayetini lafzî olmak mecburiyetinden kurtarmış ve mananın bozulmaması kaydına bağlamış, böylece işi oldukça kolaylaştırmıştır. Bunun tabiî neticesi, hadis lafızlarında yapılacak değişikliğin mana bozulmadıkça Hz. Peygamber’e yalan isnad etmek anlamına gelmeyeceğidir. Ancak hadisi mana olarak rivayet etmenin de belli ve ciddi bazı şartları vardır. Bu şartlar, özellikle fıkıh usulü kitaplarında teker teker sayılmaktadır.
Manen Rivayetin Şartları
1. Hadisi ma’nen rivayet edecek kişi, lafızların anlamlarını bilen biri olmalıdır.
2. Değiştirilen lafzın müradifleri kullanılmış olmalıdır; “ku’ud” yerine “culus” kelimesini kullanmak gibi…
3. Ma’nen rivayet edilen haber, lafzıyla ibadet olunan bir hadis olmamalı. Zira asıl maksadın lafızlar olduğu yerde mana ile rivayet caiz değildir. Ezan ile tahiyyat (teşehhüd) ün lafızları gibi. Bu lafızlar ile kulluk, dini gönderenin muradına dahildir.
4. Hadis, sıfat hadisleri gibi müteşabih olmamalı.
5. Cevamiu’l-kelim cinsinden olmamalı.
6. Lafızları değiştirilen haber açıklık ve kapalılık bakımından aynı seviyede olmalı.
7. Hadisin aslı ezberinde ise, ma’nen rivayeti caiz değildir.
8. Bazı alimler de merfu’ hadislerde ma’nen rivayeti caiz görmezler.
Hadisi mana ile rivayet edebilme imkanına rağmen sahabe ve öteki nesillerden ravilerin hadis rivayetinde gösterdikleri dikkat ve titizlik onların bu konuya verdikleri önemin hangi boyutlara vardığını gösterir. Bu husus, kanaatimizce, ayrıca dikkat ve taktire değer bir noktadır.
Birkaç Örnek
Örnek – 1 : Ebu Saîd el-Hudrî’nin şu açıklaması, sahabenin hadisleri genellikle manen rivayet ettiklerine örnektir. “Hz. Peygamber’den on kişi hadis işitirdik. Öğrendiklerimizi aynı lafızlarla nakleden ancak bir-iki kişi çıkardı. Fakat hepimiz tekrarladığımızda manada hiçbir fark olmadığını görürdük.”
Örnek – 2 : Tabiînden olan Hasan Basrî’ye biri “Bugün bize bir hadis rivayet ediyorsun, ertesi gün aynı hadisi farklı lafızlarla naklediyorsun” deyince, Hasan Basrî şöyle cevap vermiştir; “Manada isabet etmişsem bunda bir sakınca yoktur”.
Muhtelif sebeplerle sened ve bilhassa metindeki lafız farklılıklarını tesbit açısından Müslim’in Sahihi’nin hadis külliyatı içerisinde çok mümtaz bir yeri vardır. Aynı hadisin muhtelif rivayetlerini bir yere toplamak suretiyle Müslim, bu konuda ilim alemine büyük bir hizmette bulunmuştur.
Hadislerin manen rivayetini mümkün olması, netice itibariyle hadislerin başka dillere tercüme edilmesinin -manayı bozmamak kaydıyla- caiz olduğunu gösterir. Zaten bu da daima yapıla gelmiştir. Ancak yine işaret etmekte yarar vardır ki, mana ile rivayet ruhsatına rağmen ilk nesiller, hadise karşı nasıl dikkatli ve titiz davranmışlarsa, tercümelerde de aynı dikkat ve itinayı göstermek gerekir.
Bir başka önemli nokta da hadisleri mana ile rivayet edebilme imkanı, ilk devirlere, yani hadislerin bugün elimizde mevcut hadis kitaplarında toplanmasından önceki şifahi rivayetin yaygın olduğu dönemlere aittir. Bugün artık kimse, manen hadis rivayetine kalkışamaz. Kitaplara geçmiş lafızları kullanmak zorunluluğu vardır. Ancak meal olarak bir hadisi anlatmak mümkündür. Hadisin metni verilmek istendi mi, mutlaka kitaplarda kayıtlı olan lafızlardan birini seçmek gereklidir.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
كِتَاب الْجَنَائِزِ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
CENAZE BÖLÜMÜ
بَاب مَا جَاءَ فِي ثَوَابِ الْمَرِيضِ
Hastalığın Kazandırdıkları
1 (965)- حَدَّثَنَا هَنَّادٌ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، عَنْ الْأَعْمَشِ، عَنْ إِبْرَاهِيمَ، عَنْ الْأَسْوَدِ، عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يُصِيبُ الْمُؤْمِنَ شَوْكَةٌ فَمَا فَوْقَهَا، إِلَّا رَفَعَهُ اللَّهُ بِهَا دَرَجَةً، وَحَطَّ عَنْهُ بِهَا خَطِيئَةً.
قَالَ: وَفِي الْبَاب عَنْ سَعْدِ بْنِ أَبِي وَقَّاصٍ، وَأَبِي عُبَيْدَةَ بْنِ الْجَرَّاحِ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَأَبِي أُمَامَةَ، وَأَبِي سَعِيدٍ، وَأَنَسٍ، وَعَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، وَأَسَدِ بْنِ كُرْزٍ، وَجَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، وَعَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَزْهَرَ، وَأَبِي مُوسَى.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ عَائِشَةَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.
1. Hz. Âişe’den (r.anha) göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Mü’min bir kişiye bir diken batsa veya başına daha büyük bir musibet gelse Allah bu musibet sebebiyle o kulu bir derece yükseltir ve bir hatasını siler.”
Müslim, Birr ve Sıla, 14; Buharî, Merdâ, 1
Açıklama
Bir sonraki hadisle açıklanacaktır.
2 (966)- حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ وَكِيعٍ، حَدَّثَنَا أَبِي، عَنْ أُسَامَةَ بْنِ زَيْدٍ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرِو بْنِ عَطَاءٍ، عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا مِنْ شَيْءٍ يُصِيبُ الْمُؤْمِنَ؛ مِنْ نَصَبٍ، وَلَا حَزَنٍ، وَلَا وَصَبٍ، حَتَّى الْهَمُّ يَهُمُّهُ، إِلَّا يُكَفِّرُ اللَّهُ بِهِ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ فِي هَذَا الْبَابِ.
قَالَ: و سَمِعْت الْجَارُودَ يَقُولُ: سَمِعْتُ وَكِيعًا يَقُولُ: لَمْ يُسْمَعْ فِي الْهَمِّ أَنَّهُ يَكُونُ كَفَّارَةً إِلَّا فِي هَذَا الْحَدِيثِ.
قَالَ: وَقَدْ رَوَى بَعْضُهُمْ هَذَا الْحَدِيثَ؛ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ.
2. Ebu Saîd el-Hudrî’den (r.a.) rivayete göre şöyle demiştir: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Yorgunluk, üzüntü, hastalık ve kendisini üzecek herhangi bir şeyden dolayı Allah, mü’min kulun günahlarını silip örter.”
Buharî, Merdâ, 1; Müslim, Birr ve Sıla, 14
Açıklama
Mü’min, başına gelen her şeyin Allah’tan olduğuna inanan insandır. Her iyiliğe şükreder, her sıkıntıya sabreder. Bunun sonucunu Allah katından mağfiret ve yüksek dereceler olarak alır. İnsan üzen olaylar karşısında kişi ne kadar üzülürse üzülsün, o sıkıntısına çare olmayacaktır. Sıkıntıya uğradığı için sabretmeyip isyan etse, hem o sıkıntıyı çekmiş hem de imtihanı kaybetmiş olacaktır. Yani elinde hiçbir şey kalmayacaktır. Ama sabrettiği zaman, benliğinde dayanma gücü bulacak ve imtihanı başarı ile geçmiş olacaktır. İşte bunun için mü’min her halükarda kazanan insandır.
Fıkhu’l-Hadis
Sıkıntılar karşısında sabır ve metanet kişinin günahlarına kefaret olur.
بَاب مَا جَاءَ فِي عِيَادَةِ الْمَرِيضِ
Hasta Ziyareti
3 (967)- حَدَّثَنَا حُمَيْدُ بْنُ مَسْعَدَةَ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ، حَدَّثَنَا خَالِدٌ الْحَذَّاءُ، عَنْ أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ الرَّحَبِيِّ، عَنْ ثَوْبَانَ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: إِنَّ الْمُسْلِمَ إِذَا عَادَ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ، لَمْ يَزَلْ فِي خُرْفَةِ الْجَنَّةِ.
وَفِي الْبَاب: عَنْ عَلِيٍّ، وَأَبِي مُوسَى، وَالْبَرَاءِ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَأَنَسٍ، وَجَابِرٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ ثَوْبَانَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ. وَرَوَى أَبُو غِفَارٍ وَعَاصِمٌ الْأَحْوَلُ هَذَا الْحَدِيثَ؛ عَنْ أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَبِي الْأَشْعَثِ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ، عَنْ ثَوْبَانَ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَهُ. و سَمِعْت مُحَمَّدًا يَقُولُ: مَنْ رَوَى هَذَا الْحَدِيثَ؛ عَنْ أَبِي الْأَشْعَثِ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ، فَهُوَ أَصَحُّ. قَالَ مُحَمَّدٌ: وَأَحَادِيثُ أَبِي قِلَابَةَ، إِنَّمَا هِيَ عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ، إِلَّا هَذَا الْحَدِيثَ؛ فَهُوَ عِنْدِي عَنْ أَبِي الْأَشْعَثِ عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ وَزِيرٍ الْوَاسِطِيُّ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، عَنْ عَاصِمٍ الْأَحْوَلِ، عَنْ أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَبِي الْأَشْعَثِ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ، عَنْ ثَوْبَانَ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَهُ. وَزَادَ فِيهِ؛ قِيلَ: مَا خُرْفَةُ الْجَنَّةِ؟ قَالَ: جَنَاهَا. حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ عَبْدَةَ الضَّبِّيُّ، حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ، عَنْ أَيُّوبَ، عَنْ أَبِي قِلَابَةَ، عَنْ أَبِي أَسْمَاءَ، عَنْ ثَوْبَانَ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَحْوَ حَدِيثِ خَالِدٍ، وَلَمْ يَذْكُرْ فِيهِ عَنْ أَبِي الْأَشْعَثِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: وَرَوَاهُ بَعْضُهُمْ عَنْ حَمَّادِ بْنِ زَيْدٍ وَلَمْ يَرْفَعْهُ.
3. Sevban’dan (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Müslüman, hastalığından dolayı kardeşini ziyaret ettiğinde cennet bahçelerinde meyve topluyor demektir.”
Buharî, Merdâ, 4
Açıklama
Bir sonraki hadisle açıklanacaktır.
4 (969)- حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ، عَنْ ثُوَيْرٍ؛ هُوَ ابْنُ أَبِي فَاخِتَةَ، عَنْ أَبِيهِ قَالَ:
أَخَذَ عَلِيٌّ بِيَدِي، قَالَ: انْطَلِقْ بِنَا إِلَى الْحَسَنِ نَعُودُهُ، فَوَجَدْنَا عِنْدَهُ أَبَا مُوسَى، فَقَالَ عَلِيٌّ عَلَيْهِ السَّلَام: أَعَائِدًا جِئْتَ يَا أَبَا مُوسَى أَمْ زَائِرًا؟ فَقَالَ: لَا! بَلْ عَائِدًا، فَقَالَ عَلِيٌّ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَعُودُ مُسْلِمًا غُدْوَةً، إِلَّا صَلَّى عَلَيْهِ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ، حَتَّى يُمْسِيَ، وَإِنْ عَادَهُ عَشِيَّةً، إِلَّا صَلَّى عَلَيْهِ سَبْعُونَ أَلْفَ مَلَكٍ، حَتَّى يُصْبِحَ، وَكَانَ لَهُ خَرِيفٌ فِي الْجَنَّةِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ. وَقَدْ رُوِيَ عَنْ عَلِيٍّ هَذَا الْحَدِيثُ مِنْ غَيْرِ وَجْهٍ، مِنْهُمْ مَنْ وَقَفَهُ، وَلَمْ يَرْفَعْهُ. وَأَبُو فَاخِتَةَ؛ اسْمُهُ سَعِيدُ بْنُ عِلَاقَةَ.
4. Süveyr’in (r.a.) babasından rivayetine göre şöyle demiştir: Hz. Ali (r.a.) elimden tuttu ve “Haydi beraberce oğlum Hüseyin’e hastalık ziyaretinde bulunalım” dedi. Bir de baktık ki, Ebu Musa da (r.a.) orada. Ali (r.a.) dedi ki: “Ey Ebu Musa! Normal ziyaret maksadıyla mı geldin yoksa hasta ziyareti için mi?” Ebu Musa: “Hayır, hasta ziyareti için geldim” deyince, Ali dedi ki: “Resûlullah’dan (s.a.) duydum, şöyle buyurmuştu:
“Bir Müslüman, diğer bir müslümanı hastalandığında sabahleyin ziyarette bulunursa yetmiş bin melek akşama kadar o kimsenin bağışlanmasına dua ederler. Eğer akşam vakti ziyaret ederse yine yetmiş bin melek o kimseye sabaha kadar bağışlanması için dua ederler ve o kimse için cennette hazırlanmış meyveler vardır.”
Ebu Davud, Cenaiz, 3; İbn Mâce, Cenaiz, 2
Açıklama
Hastanın gözü kapıda olur denilmiştir. Hasta olan kişi dışarıya çıkamadığı için ister ki, dışarıdaki eşi-dostu yanına gelsin, hal hatır edilsin. Ayrıca ziyaret edilip moral yönünden desteklenen hastaların iyileşme sürece daha kısa olduğu bir gerçektir.
Bu sebeplerle olsa gerek, İslam dininde hasta ziyaretine önem verilmiştir. Hasta olan kardeşini ziyaret eden kişi hakkında da müjdeli haberler verilmiştir. Hadiste, hasta ziyaretinde bulunan kişi, cennet bahçelerinde gezen ve oradaki meyvelerden istifade eden kişiye benzetilmiştir. Diğer hadiste ise, hasta ziyareti yapan kişiye gün boyu melekler dua eder, onun için istiğfarda bulunurlar.
Fıkhu’l-Hadis
Hasta ziyareti; hastaya moral, ziyaretçiye sevap kazandırır.
بَاب مَا جَاءَ فِي النَّهْيِ عَنْ التَّمَنِّي لِلْمَوْتِ
Ölümü İstememeli
5 (970)- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، عَنْ أَبِي إِسْحَقَ، عَنْ حَارِثَةَ بْنِ مُضَرِّبٍ قَالَ:
دَخَلْتُ عَلَى خَبَّابٍ، وَقَدْ اكْتَوَى فِي بَطْنِهِ، فَقَالَ: مَا أَعْلَمُ أَحَدًا لَقِيَ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ الْبَلَاءِ مَا لَقِيتُ، لَقَدْ كُنْتُ وَمَا أَجِدُ دِرْهَمًا عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَفِي نَاحِيَةٍ مِنْ بَيْتِي أَرْبَعُونَ أَلْفًا، وَلَوْلَا أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَانَا، أَوْ نَهَى أَنْ نَتَمَنَّى الْمَوْتَ، لَتَمَنَّيْتُ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ أَنَسٍ، وَأَبِي هُرَيْرَةَ، وَجَابِرٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ خَبَّابٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ.
5. Harise b. Mudarrib’den (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir:
“Karnına ateşle dağlama yaptıran Habbab’ın yanına gitmiştim. Peygamber’in (s.a.) ashabından benim kadar bela ve sıkıntıyla karşılaşan kimse bilmiyorum. Resûlullah (s.a.) zamanında bir dirhem bulamaz idim. Şimdi ise evimin bir köşesinde kırk bin dirhemim var. Resûlullah (s.a.) bize yasaklamamış olsaydı veya ölümü arzu etmeyi yasaklamamış olsaydı; çektiğim sıkıntılardan dolayı ölmeyi arzu ederdim.”
Buharî, Merdâ, 19; Müslim, Zikr Dua, 4
Açıklama
Hayatı ve ölümü yaratan Allah’tır. Onu takdir eden de O’dur. Ecelin vakti ne bir an ileri ne bir an geri alınmaz. İnsanın, içinde bulunduğu sıkıntıdan dolayı ölümünü istemesi İslam dininde hoş karşılanmamıştır. İmanlı kişi için hayat bir fırsattır. Ölümü istemek fırsatı tepmek demektir. Musibetleri aşmada Allah’dan yardım istemek ve sabır göstermek Müslüman için sıkıntıyı kazanca çevirecektir.
Fıkhu’l-Hadis
Müslümanın ölmeyi istemesi caiz değildir.
بَاب مَا جَاءَ فِي تَلْقِينِ الْمَرِيضِ عِنْدَ الْمَوْتِ وَالدُّعَاءِ لَهُ عِنْدَهُ
Ölüm Anındaki Hastaya Telkin ve Ona Dua Etmek
6 (976)- حَدَّثَنَا أَبُو سَلَمَةَ يَحْيَى بْنُ خَلَفٍ الْبَصْرِيُّ، حَدَّثَنَا بِشْرُ بْنُ الْمُفَضَّلِ، عَنْ عُمَارَةَ بْنِ غَزِيَّةَ، عَنْ يَحْيَى بْنِ عُمَارَةَ، عَنْ أَبِي سَعِيدٍ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: لَقِّنُوا مَوْتَاكُمْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ.
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، وَأُمِّ سَلَمَةَ، وَعَائِشَةَ، وَجَابِرٍ، وَسُعْدَى الْمُرِّيَّةِ وَهِيَ امْرَأَةُ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: حَدِيثُ أَبِي سَعِيدٍ حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ صَحِيحٌ.
6. Ebu Saîd el-Hudrî’den (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Ölecek durumdaki hastalarınıza; ‘La ilahe illallah’ sözünü söylemelerini telkin ediniz.”
Müslim, Cenaiz, 1; Ebu Davud, Cenaiz, 15
Açıklama
İmanı kurtarmak, son nefesi imanlı olarak vermek, Allah’ın huzuruna imanlı olarak çıkmak hayattaki en büyük idealimizdir. Kişi ne kadar günahkâr olursa olsun, imanlı olarak Allah’ın huzura çıkarsa, Rabbimiz dilerse affedebilir. Cezasını çekmek üzere cehenneme gönderilse bile, sonunda mutlaka cennete girecektir. Çünkü “kalbinde zerre kadar iman olan kişi cennete girecektir” . Bu sebeple Resulullah (s.a.) ölümü bekleyenlerin yanında kelime-i tevhidin telkin edilmesini tavsiye etmiştir. Bu telkini yapacak olanın hastanın sevdiği kişilerden olması, telkini yumuşak bir üslupla tekrar etmesi söylenmiştir.
Fıkhu’l-Hadis
Ölüm anında kelime-i tevhidi tekrar etmek imanlı gitmeye vesile olur.
بَاب مَا جَاءَ أَنَّ الْمُؤْمِنَ يَمُوتُ بِعَرَقِ الْجَبِينِ
Mü’minin Ölüm Anında Terlemesi
7 (982)- حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ، عَنْ الْمُثَنَّى بْنِ سَعِيدٍ، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ، عَنْ أَبِيهِ،
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: الْمُؤْمِنُ يَمُوتُ بِعَرَقِ الْجَبِينِ
قَالَ: وَفِي الْبَاب؛ عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ. وَقَدْ قَالَ بَعْضُ أَهْلِ الْعِلْمِ: لَا نَعْرِفُ لِقَتَادَةَ سَمَاعًا مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ بُرَيْدَةَ.
7. Abdullah b. Büreyde’in (r.a.) babasından rivayet ettiğine göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:
“Mü’min ölümün şiddetinden veya Allah’ın bağışlamasına karşı mahcup oluşundan dolayı anlı terleyerek ölür.”
Nesâî, Cenaiz, 5; İbn Mâce, Cenaiz, 5
8 (983)- حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِي زِيَادٍ الْكُوفِيُّ، وَهَارُونُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْبَزَّازُ الْبَغْدَادِيُّ قَالَا: حَدَّثَنَا سَيَّارٌ هُوَ ابْنُ حَاتِمٍ، حَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ سُلَيْمَانَ، عَنْ ثَابِتٍ، عَنْ أَنَسٍ،
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ عَلَى شَابٍّ، وَهُوَ فِي الْمَوْتِ، فَقَالَ: كَيْفَ تَجِدُكَ؟ قَالَ: وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ! أَنِّي أَرْجُو اللَّهَ، وَإِنِّي أَخَافُ ذُنُوبِي، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبِ عَبْدٍ فِي مِثْلِ هَذَا الْمَوْطِنِ، إِلَّا أَعْطَاهُ اللَّهُ مَا يَرْجُو، وَآمَنَهُ مِمَّا يَخَافُ.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيبٌ. وَقَدْ رَوَى بَعْضُهُمْ هَذَا الْحَدِيثَ؛ عَنْ ثَابِتٍ، عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُرْسَلًا.
8. Enes’den (r.a.) rivayete göre, Resûlullah (s.a.) ölmek üzere olan bir gencin yanına girdi ve
“Kendini nasıl buluyorsun?” diye sordu. Genç: “Ey Allah’ın Resûlu! Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın bağışlamasını umuyor, günahlarımdan da korkuyorum” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Böyle zamanlarda Allah, kulun kalbine gelen bu iki şeyden umduğunu kendisine verir. Korktuğu şeyden de onu kurtarır.”
İbn Mâce, Zühd, 31
Açıklama
Müslüman yaşamı boyunca dengelidir. Yaşamı boyunca korku ile ümit onu dengede tutan duygulardır. Selef-i salihî’nin tabiriyle beyne’l-havfi ve’r-recâ yaşam tarzı, kişiyi ifrat ve tefrit uçurumundan koruyan duvar mesâbesindedir. Ne; “ben çok günaha batmış bir insanım, artık benim kurtuluşum mümkün değildir” deyip içinde bulunduğu yanlış yolda devam etmek d
(2411)