Ravi Sayısı Açısından Hadis
Ravi Sayısı Açısından Hadis
Mütevâtir – Âhad
Dinî bilgilerin hemen tamamı habere dayanmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı vahyi ümmete haber vermektedir. Zaten Peygamber-Nebi kelime anlamı olarak haber veren kişi demektir.
Hadis Usûlü ilminin gayesi, bir sözün gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını tesbit eden yöntemleri ortaya koymaktır. Bu yöntemler hadis alimleri tarafından rivayetlere uygulanır, böylece bir sözün Hz. Peygambe’e ait olup olmadığı tesbit edilmiş olur. Efendimize ait olduğu tesbit edilen rivayetlerin en üstününe mütevâtir denilmekte, bunun dışında kalanlar ise âhad diye isimlendirilmektedir.
A. Mütevâtir
1. Tanımı
Vetr kökünden türeyen mütevâtir kelimesi sözlükte, “araya zaman girmekle birlikte kesintiye uğramaksızın devam etmek, birbiri ardınca gelmek” manasına gelmektedir. Hadis ıstılahında ise, “her nesilde yalan üzerinde anlaşmaları adeten imkansız sayıda kişiler tarafından rivayet edilen haber” anlamında kullanılmaktadır.
Haberi nakledenlerin aynı anda ve birlikte değil farklı zamanlarda ve birbiri ardınca nakletmiş olmaları sebebiyle mütevâtir diye adlandırılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de de peygamberlerin aralıklı olarak peş peşe gelmelerini ifade etmek için bu kökten gelen tetrâ kelimesi kullanılmıştır.[1]
Haberleri yaygınlıkları açısından iki kısma ayıran Vâsıl b. Ata, “huccet olabilecek haber” diye isimlendirdiği mütevâtiri önceden anlaşma, haberleşme veya bunların dışında bir iletişim vasıtası olmadan, üzerinde ittifak edilmiş haber olarak tarif etmiştir. Söz konusu tanım daha sonra kavramlaşan mütevatiri ifade etse de bu dönemde mütevatir yetine “huccet olabilecek haber” ve “üzerinde icma edilmiş haber” ifadeleri kullanılmaktaydı. Daha sonra İmam Şafii tevâtür kavramını da zikretmekle birlikte mütevatir yerine doğru ve kesin bilgi anlamında “el-ihata” ve “el-ilmu’l-amme” ifadelerini kullanmaktaydı.[2]
Tevâtürü “icma” kavramıyla ifade eden mu’tezilî alim Cahız’a göre mütevâtir, gerekçeleri ve sebepleri farklı olduğu halde -daha önce karşılaşmamış ve haberleşmemiş olmak kaydıyla- yalan bir haber üzerinde birleşmeleri imkansız olacak sayıdaki ravinin haberidir.[3]
Mütevâtir haber, sadece hadisin değil aynı zamanda fıkhın ve kelâmın konusu olduğunu bilmemiz gerekir.
Yapılan tanımlardan yola çıkarak mütevâtirde bulunması gereken şartları iki başlık altında zikredebiliriz.
a. Her nesilde yalan söylemeleri mümkün olmayan sayıda kişiler tarafından rivayet edilmiş olması. Bazı alimler bir haberin mütevâtir şartını taşıyabilmesi için belirli sayıda kişiler tarafından rivayet edilmesi gerekir demişlerdir. Herkesin kabul ettiği bir sayı bulunmamakla birlikte bu sayının; dört, beş, on, on iki, yirmi, kırk, yetmiş, yüz, üç yüz on üç, bin dört yüz gibi rakamlar zikredilmiştir. Bu sayıları belirlerken her alim kendisine ayet veya hadisten yahut tarihteki bir olaydan delil getirmektedir. Ancak bu delillerin asılsız iddialar olduğu, bunlara dayalı olarak bir sayı belirlemenin doğru olmadığı hadis alimleri tarafından söylenmiştir.[4]
b. Haberi nakledenlerin bizzat kaynağından işitmeleri veya kendileri görmeleri. Bununla kastedilen, Allah’ın birliği ve iki kere ikinin dört etmesi gibi akıl yürütme yoluyla ulaşılan bilgi olmamasıdır.
Mütevâtir Haberde İsnad Araştırması
Mütevâtir haberin, her nesilde yalan söylemeleri mümkün olmayan sayıda kişilerce içeriğini işitme ve görme duyularına dayalı bilmeleri olarak tanımlanması, bu haberin isnad araştırmasına gerek olmadığını gerektirmekteydi. Nitekim hicri dördüncü asıra kadar hadis bilginlerince bu kural uygulanmıştır. Ancak dördüncü asırda usul alimleri mütevâtir tanımında isnadı da devreye sokmuşlar ve senedin muttasıl, ravilerin adalet sahibi olmalarını şart koşmuşlardır.[5]
Bilgi Kaynakları
Bilginin üç temel kaynağı bulunmaktadır. Bunlar; Sağlam duyular, akıl ve doğru haberdir. İşte mütevâtir bu sadık haber kapmasında değerlendirilmiştir.
Hz. Peygamber’in verdiği haber onu doğrudan işitenler için kesin bilgi olmaktadır. Haberi bizzat duymayanlar için ise o sözün tevâtürle nakledilmesi kesin bilgiyi ifade etmektedir. Mütevâtir olan bir haberin bizzat Rasulüllah’tan duymuş gibi değerlendirilmesi alimler arasında genel kabul görmüş bir meseledir.[6]
2. Çeşitleri
Mütevâtir hadis, lafzî ve manevî olarak iki kısma ayrılmaktadır.
a. Lafzî Mütevâtir
Bir hadisin aynı lafızlarla rivayet edilmesi, ravilerin Hz. Peygamber’den duyduğu lafızlarla naklettiği hadislere lafzen mütevâtir denilmektedir. Lafzen mütevâtir hadislerin kaç tane olduğu konusu ihtilaflıdır. İbnu’s-Salah’a göre lafzen mütevâtir hadis bulmak oldukça zordur. Ona göre lafzî mütevâtirin tek misali, مَنْ كَذَبَ عليَّ متعمِّدًا فليتبوأ مقعَدَه مِنَ النَّارِ hadisidir.[7]
Subhî es-Salih’e göre alimlerin çoğu, Kur’an-ı Kerim dışında, her bakımdan lafzî mütevâtire uygun bir nakil bulunmadığı görüşündedir. Bazı alimler ise lafzî mütevâtirin hadislerde epeyi bulunduğu görüşündedirler. [8] Suyûtî, Kadı İyâd ve İbn Hacer bu görüştedirler.
Örnekleri
مَنْ كَذَبَ عليَّ متعمِّدًا hadisi 72 sahabî tarafından rivayet edilmiştir.[9]
الْمَسْحِ عَلَى الْخُفَّيْنِ hadisi 66 sahabî tarafından rivayet edilmiştir.[10]
الْحَوْضِ hadisi 57 sahabî tarafından rivayet edilmiştir.[11]
b. Manevî Mütevâtir
Aynı anlamı ifade eden haberin değişik lafızlarla rivayet edilmesine manevî mütevâtir denilmektedir. Hz. Peygamber’in hadisleri arasında manen mütevâtir olan hadisler fazlaca bulunmaktadır. Efendimizin mûcizelerinin büyük çoğunluğu manevi mütevâtir yoluyla nakledilmiştir.
Hz. Peygamber’in dua ederken ellerini kaldırdığı, abdest aldığı, namaz kıldığı, oruç tuttuğu, hac ettiği bilgisi değişik lafızlarla da olsa birçok hadiste bulunmakta ve bunlar tevâtür derecesine ulaşmaktadır. Ayrıca, ezan, kâmet gibi ibadet ilişkili haberlerle, bedir, uhud, hendek savaşları, hudeybiye anlaşması, Mekke’nin fethi gibi birçok haber Hz. Peygamber’den günümüze kadar bütün Müslümanların naklettikleri bilgilerdir.
Yine kaderle ilgili hadisler de aynı şekilde değerlendirilebilir. Kader konusunda birçok sahabe tarafından çeşitli hadisler rivayet edilmiştir. Bu hadislerin tamamında Hz. Peygamber kaderin varlığını ifade etmiş ve Müslümanların kadere inanmaları gerektiğini açıklamıştır.
3. Mütevâtir Hadisin Hükmü
a. Mütevâtir haber, doğruluğu kesin olarak bilinen haberdir. Buna göre bir hadisin mütevâtir olması onun Hz. Peygamber’e ait olması konusunda şüphe olmadığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle İslam alimlerinin çoğunluğu mütevâtir hadislerin kesin bilgi ifade ettiği bu sebeple onlar, aklî melekeleri yerinde olan bir kimsenin mütevâtir haberi inkar etmesinin Hz. Peygamber’i yalanlama veya ona karşı gelme anlamına geleceğinden onu küfre götüreceğini belirtmişlerdir.[12]
b. Mütevâtir hadisler, hadis usûlü prensiplerine göre tetkik ve tenkide tabi değillerdir.[13]
c. Senedinin herhangi bir yerinde tevâtür şartını yitirmiş bir hadisin, diğer yerlerinde bu şartı taşısa bile mütevâtir hadis sayılmaz.[14]
4. Telif Eserler
a. el-Ezhâru’l-Mütenâsira Fi’l-Ahbâri’l-Mütevâtira
Tesbit edilebildiği kadarıyla mütevâtir hadisleri bir araya getirmek amacıyla kaleme alınan ilk eser Suyûtî’ye bu eserdir. Müellif bu eserinde kendi şartına uygun 112 mütevâtir hadis toplamıştır. Suyûtî ayrıca bu eserini Katfu’l-Ezhâri’l-Mütenâsira Fi’l-Ahbari’l-Mütevâtira ismiyle özetlemiştir.
b. Nazmu’l-Mütenâsir Mine’l-Hadisi’l-Mütevâtir
Muhammed b. Cafer el-Kettânî’nin bu eseri müellifin şartlarına uygun 310 hadis ihtiva etmiştir. Müellif eserini hazırlarken yukarıda zikrettiğimiz Suyûtî’nin esrinden de istifade ettiğini belirtmektedir.
B. Âhad
1. Tanımı
Âhad, vâhid kelimesinin çoğuludur. Haberü’l-âhad veya Ahbarü’l-âhad şeklinde kullanıldığında, birden fazla kişinin rivayet ettiği haber anlamına gelmektedir.
Âhad şeklinde değil de haber-i vâhid olarak kullanıldığında ise, bir kişinin diğer bir kişiden naklettiği haber manasına gelmektedir. Mütevâtir kavramının ortaya çıkışıyla beraber âhad haber, ravi sayısına bakılmaksızın, mütevâtir haberin şartlarını taşımayan haber veya mütevâtir seviyesine ulaşmayan haber anlamında kullanılmaya başlanmıştır.[15]
2. Çeşitleri
a. Meşhur Hadis
Şerh kökünden türeyen meşhur sözlükte, insanlar arasında tanınan, bilinen anlamına gelmektedir. Hadis terimi olarak meşhur, ravi sayısı ilk üç nesilde bir, iki ve bazılarına göre üçün üzerinde olan hadis, sahabe döneminde haber-i vahid iken ikince ve üçüncü nesillerde tevâtür seviyesine ulaşan hadis, başlangıçta âhad iken sonradan yaygınlaşan hadis şeklinde tanımlanmıştır.[16]
Hz. Ömer’in rivayet ettiği şu hadis meşhura misaldir.
حَدَّثَنَا الْحُمَيْدِيُّ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الزُّبَيْرِ قَالَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ الْأَنْصَارِيُّ قَالَ أَخْبَرَنِي مُحَمَّدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ التَّيْمِيُّ أَنَّهُ سَمِعَ عَلْقَمَةَ بْنَ وَقَّاصٍ اللَّيْثِيَّ يَقُولُ سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَلَى الْمِنْبَرِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا أَوْ إِلَى امْرَأَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ
Bu hadisi[17] Hz. Ömer’den sadece Alkame, ondan sadece Muhammed b. İbrahim, ondan sadece Yahya b. Saîd el-Ensârî rivayet etmiştir. Hadis Yahya b. Saîd el-Ensârî ile meşhur olmuş yani bu hadis birçok kişi rivayet etmiştir.[18]
Hanefî usul alimleri genellikle meşhuru âhad haberden ayrı ele alır ve mütevâtir seviyesinde olmasa bile ona yakın olan bir bilgi ifade ettiğini belirtirler.[19]
b. Aziz Hadis
Sözlükte, değerli ve şerefi olmak anlamına gelen aziz, hadis terimi olarak, isnadında ravi sayısı her nesilde en an iki olan hadise denilmektedir. Hadisin bu türüne örnek çok az bulunmaktadır.
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ قَالَ حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ عَنْ عَبْدِ الْعَزِيزِ بْنِ صُهَيْبٍ عَنْ أَنَسٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ح وَحَدَّثَنَا آدَمُ قَالَ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ قَتَادَةَ عَنْ أَنَسٍ قَالَ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ إِلَيْهِ مِنْ وَالِدِهِ وَوَلَدِهِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
“Sizden biri beni, anasından, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olamaz.”[20]
Bu hadisi sahabeden Enes b. Mâlik ve Ebü Hureyre; Enes’den Katade ve Abdulaziz b. Suhayb; Abdulaziz b. Suhayb’den İsmail b. Uleyye ve Abdulvaris rivayet etmişlerdir. bu hadisin her nesielde en az iki ravisi bulunduğu için aziz hadis olarak nitelendirilmiştir.
c. Garib veya Ferd Hadis
Sözlükte, vatanından uzakta yalnız ve tek başına kalan kimse manasına gelen garib kelimesi hadis terimi olarak, sened veya metin yönünden tek kalmış, benzeri başka raviler tarafından rivayet edilmemiş hadis anlamına gelmektedir. Ferd ise, senedin herhangi bir yerinde ravi sayısı teke düşen ya da, senedindeki veya metnindeki bir özellik açısından başka rivayetlerden farkı olan hadis anlamına gelmektedir. Garib ile ferd’i eş anlamları sayanlar vardır.[21]
Hadis alimlerine göre bir hadisin ferd olması onun sahihliğini belirleyen unsur değildir. Nitekim Buharî ve Müslim’in eserlerinde 200 kadar ferd ve garip hadisin bulunduğu tesbit edilmiştir. Hatta bazı alimler bu rivayetleri Efrâdu’s-Sahihayn veya Garîbu’s-Sahihayn adıyla bir araya getirmişlerdir.[22]
Kısımları
– Garib-i Mutlak (Ferd-i Mutlak)
Ravinin tek kaldığı kısım senedin aslı denilen sahabe veya tabiîn tarafında olursa ferd-i mutlak denir.
إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ hadisini sahabeden sadece Hz. Ömer rivayet ettiği için ferd-i mutlaktır.
اَلْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَة hadisini Ebu Hüreyre’den sadece Ebu Salih es-Semmân, ondan da sadece Abdullah b. Dînâr rivayet ettiği için ferd-i mutlaktır.
حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ الْفَرْغَانِيُّ طَغْكُ ، بِمِصْرَ ، حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ عُثْمَانَ أَبُو حَسَّانَ الزِّيَادِيُّ ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ زُرَيْعٍ ، عَنْ خَالِدٍ الْحَذَّاءِ ،عَنْ أَبِي قِلابَةَ ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مُحَيْرِيزٍ ، عَنْ أُمِّ الدَّرْدَاءِ ، عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ : ” مَا وُضِعَ فِي الْمِيزَانِ أَرْجَحُ مِنْ حُسْنِ الْخُلِقِ ” ، لَمْ يَرْوِهِ عَنْ خَالِدٍ ، إِلا يَزِيدُ ، تَفَرَّدَ بِهِ أَبُو حَسَّانَ ،
“Mizana güzel ahlakdan daha ağır hiçbir amel konulmamıştır.”[23]
Bu hadisi Halid el-Hazzâ’dan sadece Yezid b. Zurey’ rivayet etmiştir. Dolayısıyla hadis, Halid’e nisbetle ferd-i nisbî’dir.
– Garib-i Nisbî (Ferd-i Nisbî)
Ravinin tek kaldığı kısım senedin orta kısımlarında olursa ferd-i nisbî denir.
3. Bilginin Değeri
Doğru veya yanlış olma ihtimali taşıyan ve mütevâtir seviyesine ulaşmayan manasında kullanılan haber-i vâhid, Mutezile’ye göre kesin bilgi ifade etmemektedir.
Kelam alimlerinin büyük çoğunluğu, haber-i vâhidin zannî bilgi ifade edebileceği, bundan dolayı da onun inanç konularında delil olamayacağı görüşünü benimsemektedirler. Bu alimlerin çoğu haber-i vâhidin fıkhî-amelî konularda delil olacağı kanaatindedirler.
Buna karşılık hadis alimlerinin büyük çoğunluğu, sahih kabul edilen haber-i vâhidlerin ister inanca ister fıkha dair olsun kesin delil kabul edileceğini savunmuşlardır. Nitekim Buhârî Ahbâru’l-âhad bölümünde zikrettiği yirmi iki hadisle haber-i vâhidin delil olacağını isbat etmeye çalışmıştır.[24]
(5807)