Ravinin Vasıfları (Adalet Zabt)

Ravide Aranan Şartlar

İslâmın ikinci kaynağı olan hadis-i şerifler, haber taşıyan rivâyetlerden oluşur. Alimler, rivayetin kabul edilebilmesi için ravide adalet ve zabt olmak üzere iki temel özelliğin bulunması gerekir, demişlerdir.

1. Adalet (العدالة)

Sözlükte, doğruluk ve dürüstlük anlamına gelen bu kelime, hadis terimi olarak, ravinin rivayet ehliyetini ifade eder. Bu ehliyete sahip olanlara da sözü ve hükmü makbul anlamında adl veya âdil denir.

Rivâyetin kabulünde temel ölçü olan adalet sıfatı, hadis bilginleri tarafından değişik ifadelerle tanımlanmıştır. İbrahim en-¬Nehaî, adl olan raviyi kendisinden şüphe edilmeyen kimse olarak tarif ederken İbnül-Mübarek, namazı cemaatle kılan, içki içmeyen, dininde sakatlık olmayan, yalan konuşmayan ve akli dengesi yerinde olan kimsenin adl olduğunu belirtmiştir.
Bakillanî, ise, adaleti, düzgün bir dini yaşayışa, sağlam bir mezhep anlayışına sahip olmak ve fısk gibi adâleti ortadan kaldıran duygu ve davranışlardan kaçınmak şartlarına bağlamıştır.
Gazzâliye göre ise adâlet, “günlük yaşayışta ve dini hayatta doğru olmaktır. Temelde, kişiyi takvâya ve onurlu davranışlara sevkeden ve böylece başkalarının güvenini kazandıran bir kişilik yapısına dayanır.”

Şafiî de çok kısa bir ifadeyle adâleti, “Allah’a itaat etmektir” şeklinde tarif etmiştir.
Bütün bu tariflere göre adalet, râvinin dini ve ahlâkî yönünü temsil eden bir kavram olarak dini ve toplumsal hayatta makbul bir yol izlemektir, şeklinde özetlenebilir.
Hadis bilginleri, adalet kavramına ait bazı belirleyici unsurlar tesbit etmiş ve bu unsurları taşıyan râvîleri adl saymışlardır.

a. Adâletin unsurları

aa. İslam

İslam bilginleri, fâsığın haberine karşı dikkatli olunmasını ve şâhitlerin âdil ve muteber kimseler olmasını emreden âyetlerin delaletiyle, kâfirin rivâyetinin kabul edilemeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Çünkü fıskından ötürü fâsığın haberinin reddi, inkarıcının haberinin öncelikle reddini gerektirir.
Hâkim en-Nisâbûri, “Adaletin aslı, râvinin Müslüman olmasıdır” demiştir.
Fahreddin er-Râzi de, şiddetle yalandan sakındıkları bilinse de, ehl-i kıble o1mayan kâfirlerin rivâyetlerinin kabul edilmediğini söylemiştir.
Râvinin hadisi dinlerken değil rivayet ederken müslüman olması şarttır. Çünkü Cübeyr b Mut’im gibi pek çok sahâbi, müslüman olmadan önce öğrendikleri hadisleri, Müslüman olduktan sonra rivayet etmişlerdir.

ab. Büluğ

Rivayet etme esnasında ravinin bü1uğa ermiş olması şarttır. Bu konuda Hz. Peygamber’in “Çocuk ergenliğe ulaşıncaya kadar mükellef değildir” hadisi esas alınmıştır.
Bazı şâfiiler, yalan söylediği bilinmeyen büluğ çağına yaklaşmış mümeyyiz çocuğun rivâyetinin makbul olduğunu söylemişlerse de, dinen teklif çağına ulaşmamış böyle bir çocuğun şuurlu olarak Allah korkusu taşımadığı için rivâyeti kabul edilmez. Sahâbe de, şehâdet veya rivâyet konusunda bilgi edinmek üzere çocuklara müracaat etmemişlerdir.
Büluğ da hadisi dinlerken değil rivayet ederken şarttır. Dolayısıyla râvinin, çocukluğunda dinlediği hadisi, buluğdan sonra rivâyet etmesi caizdir. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Numan b. Beşir, İbn Abbas ve İbnü’z-Zübeyr gibi sahâbiler, çocukluğunda hazır bulundukları ilim meclislerinde öğrendikleri hadisleri, bulûğdan sonra rivayet etmişler ve bu rivâyetlerin kabulünde kimse tereddüt etmemiştir.

ac. Akıl

Teklifin temelini oluşturan akıl, hem hadisi dinlerken hem de rivayet ederken şart olan bir unsurdur. Büyük bir sorumluluk gerektiren hadis rivâyetinin, sorumluluk taşımaya elverişli olmayan kimselerce rivayet edilmesi düşünülemez. Ancak delilik râvide kalıcı olmayıp bazen aklı başına geliyorsa rivayeti makbul sayılmıştır. Ancak, ne zaman ak1î melekesini kaybettiği, ne zaman aklı başına geldiğinin güvenilir bir şekilde kesin olarak tesbit edilmesi gerekir.

ad. Fasık olmamak

Sözlükte isyan etmek, itaatten çıkmak, Allah’ın emrini terkedip hak yoldan ayrılmak gibi anlamlar ifade eden fısk kelimesi, ıstılahta büyük günah işlemek veya küçük günahta ısrar etmek demektir.
Fâsığın haberinin makbul olmadığına dair delil, “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size haber getirirse, doğruluğunu araştırın.” anlamındaki ayettir.

Büyük Günahlar

İslam bilginleri fıska düşüren büyük günahların tarif ve tes¬bitinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre, Allah’ın yasakladığı herşey büyük günahtır. Ebu İshak el-İsferaînî’nin benimsediği ve Kadı İyad’ın da naklettiği bu tarifin temelinde, Allah katında, ona muhalefetin daima büyük günah olduğu görüşü vardır.

Genel olarak Allah’ın emirlerine muhalefetin, onun katında daima çirkin olduğunu kabul etmekle birlikte, Allah’a karşı işlenen günahların bazısının diğerlerine oranla daha büyük olduğunu da söylemek gerekir. Nitekim Kur’an’ın bazı ayetlerinde büyük-küçük günah ayırımı yapılmıştır. Bir hadis-i şerifte de “beş vakit namaz ve cuma namazı, büyük günah işlemedikçe diğer cuma namazına kadar arada işlenen günahlara keffarettir.” buyrulmuştur. Bu hadisten hareketle günahların, keffaretle ödene¬bilecek ve ödenemeyecek günahlar şeklinde taksim edilmesi de büyük-küçük günah ayırımının bir delili sayılabilir. Karâfi de, günahların adalet sıfatına tesirinin farklı olduğu ve her günahın adalet sıfatını düşürmediği hususunda alimlerin ittifak ettiklerini belirtmiştir.

İslam bilginleri fıskın tarifinde geçen büyük günahları tesbit etmeye çalışmışlarsa da belli bir sayı üzerinde ittifak edememişlerdir. Bir hadis-i şerifte Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadına zina iftirasında bulunmak ve faiz yemek büyük günah olarak nitelendirilmiş ve bundan hareket eden bazıları, bu günahları yukarıda sayılan yedi davranış1a sınırlandırırken, İbn Abbas bu sayıyı yetmişe, hatta Saîd b. Cübeyr’in rivâyetine göre yedi yüze ulaştırmıştır.

ae. Mürüvvet.

Mürüvvet, ravinin, genel ahlaka ve dinin hoş gördüğü geleneklere uyma ve saygı gösterme olgunluğuna erişmesidir. İmam Malik, hadis alınamayacak dört zümre arasında, çokça hadis rivayet etmiş olsa da açıkça sefahat içinde olan kimseyi saymıştır.

Rical kitaplarına bakıldığında mürüvveti ortadan kaldıran davranışlar arasında; rivâyet karşılığında ücret almak, kibir, falcılık, sultanın emrinde çalışmak, aşırı ölçüde şakacılık, gevezelik, utan¬mazlık, çocuksu davranışlarda bulunmak, müzik dinlemek, satranç oynamak, güvercin ve horozlarla oynamak, serserilik gibi islâmi örfte kınanan davranışlar göze çarpmaktadır.
Bu nedenle hadis talebeleri, hadis alacakları kimselerin namaz kılışına, dış görünüşüne ve ne ile meşhur olduklarına, kısaca yaşama biçimine dikkat ederlerdi.

b. Adâleti tesbit yolları

Hadis bilginleri, ravinin adâletinin, genel olarak şu iki yolla tesbit edilebileceğini belirtmişlerdir:
ba.Şöhret

Adâletin tesbitinde en muteber yol, ravinin âdil bir kimse ola¬rak meşhur olmasıdır. Bu konuda İbnu’s-Salah şöyle demiştir. İlim çevrelerinde adaletiyle meşhur olan, güvenilirliği övülen ravinin adâletini tesbit etmek için başka bir şâhide gerek yoktur. Adâleti ile meşhur olan ravinin tezkiyeye ihtiyacı yoktur . Ebu Hanife, Şafii ve Buharî gibi gönüllerde taht kurmuş hadis ve fıkıh alimlerinin şöhreti asırlardır dilden dile devam edegelmiştir.

bb. Tezkiye

Tezkiye, adil bir şahsın, bilinmeyen bir kimsenin adil olduğunu beyan etmesidir. Bu işi yapan kimseye muaddil veya müzekkî adı verilir.
Adaletin tesbiti büyük ölçüde araştırmacı hadis alimlerinin, çağdaşları olan ravilerin adâletine işaret eden ifadelerine dayanır. Hadis ve usul bilginleri, tezkiye için gerekli müzekki sayısında ihtilaf etmişlerdir. Bazı alimlere göre ehil bir kişinin tezkiyesi ile adalet sabit olur. Bu görüş Buharî’nin de tercihidir.

2. Zabt (الضبط)

a. Zabtın tanımı ve önemi

Zabt, ravinin işittiği bir hadisi aradan uzun süre geçse de, dilediği anda hatırlayıp rivayet edecek şekilde ezberleyerek her değişiklikten koruma yeteneğine sahip olmasıdır. Başka bir tarife göre zabt, ravinin hıfzından rivâyet ediyorsa hafız olması, kitabından rivâyet ediyorsa kitabını her türlü değişiklikten koruması, manen rivayet ediyorsa lafızların manaya delâletini iyi bilmesi ve dikkatli olması demektir.

b. Zabtın Çeşitleri

Muhaddisler zabtı iki kısma ayırmışlardır.

ba. Zabtu’s-sadr

Râvinin, dinlediği hadisi dilediği anda hatırlayacak şekilde iyi ezberlemesidir.

bb. Zabtu’l-kitab

Ravinin, hadisleri kaydettiği kitabını ta¬hammül anından edeya kadar, her türlü tebdil ve tağyirden korumasıdır.

Örnekler

Hişam b. Abdulmelik, Zühri’nin rivayetiyle yazdırdığı dört yüz hadisi, aradan bir ay geçtikten sonra, hadislerin kaybolduğunu söyleyerek Zühri’den tekrar yazdırdı. Her iki rivayet nüshasını karşılaştırarak aralarında hiç bir fark bulunmadığını gördü .
Hammad b. Seleme, imtihan maksadıyla Sabit el-Bünâniye, hadislerin sened ve metinlerini karıştırarak sorardı. Eban b. Ebi Ayyaş’ı da aynı şekilde denerdi. Sabit işin farkına vararak karışıklığı düzeltir, Eban farkına bile varmazdı.

Bu konuda bir örnek de Yahya b. Saîd tarafından anlatılır. Küfe’de, bazı talebe arkadaşları ile birlikte Muhammed b. Aclan’ı denemek isterler ve bu amaçla şeyhin hadislerinin isnadını değiştirerek huzuruna çıkarlar. Kitabın sonuna doğru durumun farkına varan İbn Aclan, hadislerin yeniden kendisine arzedilmesini isteyerek isnadları düzeltir ve kendisine böyle davranan talebelerine de beddua eder.

İmam Buharî’nin Bağdad’a gelişinde, yüz hadisin sened ve metinleri karıştırılarak kendisine arzedilmesine rağmen, her isnadı ilgili hadise yerleştirmesi, imti¬hanla zabt tesbitinin en meşhur örneklerindendir.

Ravinin Kusurları

1. Adalet Vasfına Yönelik Kusurlar

a. Kizbu’r-râvî

Ravinin hadis rivayetinde yalancılığıyla Hz. Peygamber’e söylemediği bir şeyi kasden ona nisbet ederek rivayet etmesi kastedilmektedir. Ravi hakkında en ağır kusur budur. Böyle bir kusuru tesbit edilen ravinin rivayeti hiçbir zaman kabul edilmez. Hadis rivayetinde yalan söylemenin bir daha rivayetinin kabul edilmeyeceği şekilde cezalandırılması, bu tür yalancılığın dine vereceği zararı önlemeye yöneliktir.

Yalancılığı tesbit yolları

Hadis alimleri, kendilerine bahşedilen mükemmel bilgi, parlak zekâ, yalancılık belirtilerine karşı sağlam his ve kuvvetli meleke sayesinde hiçbir iftiracının haline ve yalanına kanmamışlar, doğruyu yalandan ayırmada zorluk çekmemişlerdir. Rebi b. Huseyn’in ifadesiyle onlar, sahih olduğu gün gibi aşikâr olan hadisi kabul etmişler, gece gibi karanlık olan rivayetleri de reddetmişlerdir.
İbnül-Mübarek’e, mevzu hadisler karşısında duyulan endişe dile getirilince “onlar için mütehassıs alimler yaşamaktadır. Allah “Şüphesiz, Kur’an’ı biz indirdik; onu muhafaza edecek olan da biziz buyuruyor” diyerek kısa fakat kesin cevabını vermiştir.

Halife Hârün er-Reşid, katlini istediği zındığın “uydurduğum bin hadisi ne yapacaksın?” demesi üzerine, “Ey Allah düşmanı! Ebu İshak el-Fezârî ve İbnü’l-Mübarek ne güne duruyor? Tek tek onları ayıklayacaklar” ce¬vabını vermiştir. Darekutni de “ey Bağdatlılar! Ben sağken hiç kimse, Resülüllah’a yalan isnad edebileceğini sanmasın.” diyerek yalanı ve yalancılığı tesbitteki gücünü ortaya koymuştur.

b. İttihamu’r-râvî bi’l-kizb

Ravinin hadis rivayetinde yalanı tesbit edilmemiş de olsa günlük hayatta yalan söylediği biliniyorsa, rivayette de yalan söyleyebilir diye düşünülür ve rivayetine itibar edilmez. Bu gibi ravilerin rivayetleri metrûk adını alır.

c. Fısku’r-râvî

Ravinin günahkârlığı. Hadis alimleri ilgili ayet ve hadisleri de dikkate alarak büyük günahları işleyen, küçük günahları işlmeye devam eden kimseleri fasık olarak nitelemişlerdir. Bir ravinin kendisini fıska düşüren fiiler işlemesi, haberinin doğruluğu hususunda şüphe uyandırır. Bu durum ise, onun rivayetlerinde ihtiyatlı davranmayı gerektirmektedir.

d. Cehaletü’r-râvî

Ravinin tanınmaması. Bu konu iki başlık altında incelenebilir.

da. Mechulü’l-ayn

Hadisçilere göre meçhul râvi hadis öğrenimi ve rivayetiyle meşhur olmayan; alimlerce böyle bir şöhreti bilinmeyen ve kendisinden yalnızca bir kişinin hadis naklettiği kimsedir. Kısaca tek ravisi bulunan raviye denir.

db. Mechulü’l-hal

Kendisi hakkında cerh ve tadille ilgili hiçbir hüküm verilmeyen dolayısıyla adil olup olmadığı bilinmeyen kimsedir.

e. Bid’atü’r-râvî

Ravinin bid’at ehli olması. Hadis ıstılahında ravinin inancıyla ilgili bir cerh sebebidir. Başka bir deyişle ravinin itikatta fıska düşmesidir.

Bid’at kavramı istilahî anlamda yaygın şekliyle Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonraki tarihi süreçte ortaya çıkan; haricî, râfizî, mürcie, kaderiye, cehmiyye, müşebbihe gibi grupları tanımlamak için kullanılmıştır.

 

Bu grubların müntesiplerinin zaman zaman kendi görüşlerini desteklemek için hadis uydurdukları da bilinen bir gerçektir. Bu sebeple mezhebinin propagandasını yapmayan ravilerin rivayetlerinin kabul edilmesi, propagandacı olanların rivayetlerinin ise reddedilmesi prensibi, İslam bilginlerinin çoğunun benimsediği görüş olmuştur.

2. Zabt Vasfına Yönelik Kusurlar

Hadis alimleri, yaratılış itibariyle insanın hatadan kurtulamayacağını ifade etmişlerdir. İbn Hibban’ın “Az hata yapan adildir. İnsan hatanın bu kadarından kurtulamaz. Bu gibi durumlarda yapılması gereken, ravinin hata yaptığı rivayetlerinden kaçınıp hata yapmadıklarına uymaktır” açıklaması konuyla ilgili genel yaklaşımı ifade etmektedir.

a. Kesretu’l-galat

Fuhşu galat olarak da ifade edilen bu tabir, ravinin rivayetlerinde çok hata yapması demektir. Ravinin zabt vasfını ortadan kaldıracak hatanın üzerinde ittifak edilmiş bir miktarı bulunmamakla birlikte çok olması esas alınmıştır. İbn Hibbân, “Hatası doğrusunu geçmedikçe ravinin rivayeti terk edilmez. Hatası doğrusundan çok olursa, rivayetinden kaçınmak gerekir.” demiştir. Yine İbn Hibbân’ın “Dünyada Resulüllah’tan başka hatadan uzak olan var mıdır? Eğer hata edenin terki câiz olsaydı, sahâbe, tâbiîin ve daha sonraki muhaddislerin hadislerini terket¬mek gerekirdi” demesi alimlerin yanılma konusundaki toleranslarının delilidir.

b. Fartu’l-gaflet

Ravinin rivayetlerinde dikkatli ve titiz olmaması anlamına gelir. Kitabında yanlış olduğu kendisine söylenen bir ravinin, kitabındaki rivayeti terkedip kendi¬sine empoze edildiği, şekliyle hadisi rivayet etmesi veya aradaki farkı anlamadan başkalarının sözüyle kitabındaki rivâyeti değiştirmesi (telkin) ya da farkında olmadan manayı değiştirecek şekilde açıkça hatada bulunmasıdır. Böyle kimsenin rivâyetinden kaçınılır

c. Vehm

Ravinin rivayet kurallarını bilmemesi veya doğru olduğunu zannederek hadisi yanlış rivayet etmesi demektir. Ravinin isnada yaptığı yanlışlıklar onun vehminden kaynaklanmaktadır. Örneğin, mürsel ve munkatı’ olan bir hadisi mevsûl veya bunun tersi olarak rivayet etmesi gibi.
Bir hadisi başka bir hadisle karıştırmak, sika ravilerle zayıf ravileri karıştırarak rivayette bulunmak da ravinin vehminden kaynaklanan yanlışlıklardır. Vehmine sıkça rastlanan ravinin tek başına rivayette ettiği hadisler delil olarak kullanılmaz. Rivayetlerinde çokca vehim bulunan ravinin ise rivayetleri terk edilir.

d. Muhalefetü’s-sikât

Zayıf bir ravinin sika ravilere veya sika ravinin kendisinden daha sika ravilere aykırı rivayette bulunması demektir.

– Ravinin isnada güvenilir ravilere muhalefet etmesi (müdrecü’l-isnad)
– Ravinin metinde hadisten olmayan sözler ilavesiyle güvenilir ravilere muhalefeti (müdrecü’l-metn)
– Ravinin isnaddaki isimlerin veya metindeki kelimelerin yerini değiştirmekle güvenilir ravilere muhalefeti (maklûb)

Zayıf ravinin sika ravilere muhalefet ettiği hadis kabul edilmez.

e. Sû’u’l-hıfz

Ravinin hafıza bozukluğu demektir. Hafıza bozukluğu, sika olarak bilinen bir ravinin çeşitli sebeplerle akıl ve hafızasında meydana gelen değişiklikler sonucu rivayetlerinde çok hata yapması durumudur.
Hadis bilginleri, meydana geliş şekline göre hafıza bozukluğunu iki kısma ayırmışlardır.
ea. Ravide devamlı bulunan hafıza bozukluğu: Bu şekilde hafızası bozuk olan ravinin rivâyet ettiği hadis, bazı hadis alimlerince şâz olarak adlandırılmıştır. Tabii olarak hafızası bozulmuş böyle ravilerin rivâyetleri ittifakla reddedilir.

eb. Ârızî olan hafıza bozukluğu: Bunama, yaşlılık, hastalık, körlük gibi sebeplere dayanan hafıza kaybına ihtilât, ihtilata maruz kalan raviye de muhtelit adı verilir. Aslında sika olan bu gibi ravilerin ihtilâttan önce rivâyet ettiği bilinen hadisleri makbul, ihtilâttan sonra rivâyet ettikleri ise merduddur.

Bu çalışmada Emin Aşıkkutlu’nun Hadiste Rical Tenkidi adlı eserinden yoğun olarak istifade edilmiştir.

Abdürrezzâk, el-Musannef, VIII, 319.
Hatib, el-Kifâye, s. 79.
Hatib, a.g.e., s, 80.
Gazzali, el-Müstasfa, I, 157
Hucurât, 6
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ
Bakara 282; Talak 2
وَأَقِيمُوا الشَّهَادَةَ لِلَّهِ
Hatib, a.g.e., s. 77
Hakim, Ma’rife, s. 53
Râzî, el-Mahsul, II, 567
İbnu’s-Salâh, a.g.e.,.s. 50
Hatib, a.g.e., s. 77
Amidî, el-ihkâm, I, 304-305
Suyûti, a.g.e., I, 300
Hucurât 6
Bkz. Nisâ 31; Şûrâ 37; Necm 32
-إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيمًا
-وَالَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَإِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَ
-الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ
Müslim, Taharet, 5
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَيُّوبَ وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ وَعَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ كُلُّهُمْ عَنْ إِسْمَعِيلَ قَالَ ابْنُ أَيُّوبَ حَدَّثَنَا إِسْمَعِيلُ بْنُ جَعْفَرٍ أَخْبَرَنِي الْعَلَاءُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ يَعْقُوبَ مَوْلَى الْحُرَقَةِ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ الصَّلَاةُ الْخَمْسُ وَالْجُمْعَةُ إِلَى الْجُمْعَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُنَّ مَا لَمْ تُغْشَ الْكَبَائِرُ
Karâfî, Furûk, IV, 66
Buhâri, Vasaya, 23; Müslim, iman, 38
حَدَّثَنِي هَارُونُ بْنُ سَعِيدٍ الْأَيْلِيُّ حَدَّثَنَا ابْنُ وَهْبٍ قَالَ حَدَّثَنِي سُلَيْمَانُ بْنُ بِلَالٍ عَنْ ثَوْرِ بْنِ زَيْدٍ عَنْ أَبِي الْغَيْثِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا هُنَّ قَالَ الشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَأَكْلُ الرِّبَا وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصِنَاتِ الْغَافِلاتِ الْمُؤْمِنَاتِ
İbn Ebi Hâtim, el-Cerh ve’t-Tadîl, II, 29
İbnu’s-Salâh, Mukaddime, s. 50
Azamî, Menhecü’n-nakd, s. 45
Koçyiğit, a.g.e., s. 466
İbnu’s-Salâh, a.g.e., s. 50
İbn Hacer, Şerhu Nuhbe, s. 25
Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 397
Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-fâsıl, s. 399
Sehâvî, a.g.e., I, 273-274
Ahmet Yücel, Hadis Usûlü, 154
Hicr 9
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
İbn Hacer, Tehzib, I, 152
Sehâvi, a.g.e., I, 260
Ayrıntılı bilgi için bk. Hatib, a.g.e., s. 120-124
İbn Hibbân, Sahih, II, 283-284
İbn Hibbân, a.g.e., I, 85
Ahmet Yücel, a.g.e., 157

(41467)