Sarayın İçerisinde Bir Mü’min (Mü’min-i Âlî Firavun Kıssası) | Muhammed Emin Yıldırım

Siret-i Enbiyâ derslerimize Ramazan sonrası kaldığımız yerden devam ettik. Bu ilk dersimizde konumuz “Mü’min-i Âlî Firavun Kıssası” idi. Muhammed Emin Yıldırım hocamız, “Sarayın İçerisinde Bir Mü’min” serlevhasının altında çok fazla mesaj ve özelliklerini bilmediğimiz bu kıssayı birçok farklı yönü ile bize anlattı. Hz. Mûsâ (as) döneminde yaşamış olan bu isimsiz kahramandan ne kadar alacak dersimiz olduğunu bu vesile ile öğrenmiş olduk.

Dersten Cümleler

Ramazan’ın manevi iklimini geride bırakıp, Şevval’in güzel iklimine girdiğimiz bugünlerde Siret-i Enbiyâ derslerimizde Hz. Mûsâ’nın o bereketli hayatını anlama yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Ramazan’ın hemen akabinde şu üç duayı çok sık yapmalıyız:

Kabul olma duası
“Allah’ım! Yaptığımız bütün ibadetleri kabul eyle!”

Koruma duası
“Allah’ım! Kazandığımız bütün güzellikleri korumayı bizlere kolaylaştır!”

Hasret duası
“Allah’ım! Doyamadık biz Ramazan’ına bizi bir daha ki Ramazan’a hasretle eriştir.”

Konumuz Mü’min-i Alî Firavun kıssasıdır; bu kıssa Kur’ân’ın insanlığa bir hediyesidir. Bu kıssa Kur’ân dışında başka hiçbir yerde göremediğimiz, okuyamadığımız bir kıssadır. Ne Tevrat’ta, ne Kitab-ı Mukaddes’te, ne Talmud’da ne de başka bir yerde okumadığımız bu önemli kıssayı Kur’ân bize tam 19 ayette anlatır.

Kur’ân’ın tertipte 40. sırada olan süresi, malum olduğu üzere Mü’min Sûresi’dir. Bu süreye Gafir Sûresi de denir ama Mü’min ismi daha yaygındır. İşte bu süreye isim olan mü’min, bu isimsiz kahraman olan mü’mindir.

Kaynaklarımızda Mü’min-i Âlî Firavun ile alakalı bilgileri şöyle toparlayabiliriz:

– Firavun’un amcasının oğlu (Taberî, Câmiü’l-beyân, XX, 311)
– Firavun’un adına hareket etme yetkisine sahip itibarlı kişi (Râzî, Mefâtîhü’l Gayb,  XVII, 58)
– Polis teşkilatı başkanı (Zuhaylî, et-Tefsirü’l-münir, XXIV, 111)
– Firavun’dan sonra onun yerine geçecek veliaht (Zuhaylî, et-Tefsirü’l-münir, XXIV, 111)
– Firavun hanedanında sözü dinlenen bir kişi (Taberî, Câmiü’l-beyân, XX, 312)
– İsminin Sem’an, Habib, Huraybil ve Huzeybil, olduğu söylenen kişi (Zemahşerî, el-Keşşaf, IV, 157)
– Gençliğinde Hz. Mûsâ’ya öldürüleceğinin haberini veren kişi (Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, VIII, 273; Begâvî, Tefsirü’l-Begâvî, IV, 110)
– Firavun’ un hazinelerinden sorumlu olan kişi  (Sa’lebi, Arâis, s. 166)
– Firavun’un kızlarının kuaförü olan Maşide’nin eşi olan kişi (Sa’lebi, Arâis, s. 166)

Biz bu kıssayı birçok farklı açıdan değerlendireceğiz ama inanın bu kıssaya bir tek isim vermemiz gerekse ne deriz biliyor musunuz? İhlâs kıssası…

Bu konuda müstakil çalışmalar yok denecek kadar az, müstakil dersler yine yok denecek kadar azdır…

Biz bu kıssayı dikkatle okuduğumuzda; ihlâs dışında öne çıkan birçok farklı mesajları da görüyoruz. O mesajları eksene alarak biz bu kıssaya şu isimleri de verebiliriz:

1. İman Kıssası
2. Tek Başına Ümmet Olma Kıssası
3. Umut Kıssası
4. Ufuk Kıssası
5. Merhamet Kıssası
6. Sevda Kıssası
7. Hamiyet Kıssası
8. İkaz Kıssası
9. İbret Kıssası
10. Mü’mince Duruş Kıssası

5 önemli duruş:

1. Zalim bir yönetici karşısında Mü’mince duruş
2. Menfaatperest bir Mele takımı karşısında Mü’mince duruş
3. Korkak bir halk yığını karşısında Mü’mince duruş
4. Ahireti unutmuş kitleler karşısında Mü’mince duruş
5. Allah’a vereceği hesabın hassasiyeti karşısında Mü’mince duruş

Hac bize duruş öğretir. Biz hacca aslında duruş öğrenmeye gidiyoruz.

“En faziletli cihad zalim yöneticiye karşı hakkı söylemektir.” (Tirmizi, Fiten 13; Ebû Dâvûd, Melahim, 17)

Biz bu hadisi öteden beri hep yanlış anlıyoruz. Zalime karşı hakkı söylemeyi, zalime sövmek olarak anlıyoruz.

Bu kıssanın bize verdiği başka mesajları da vardır. Şu 10 mesajı da bu kıssadan alabiliriz:

1. Davetçi kimliği 
2. Tebliğ usulü ve dili
3. Hakperest bir yaklaşım
4. Aydınlık bir vicdan
5. Şüpheleri izale etme
6. Korkuda tevhidi tesis etme
7. Nübüvvet kurumunu gündeme taşıma
8. Dünyevileşmekten kurtarma
9. Tevhidi inşa edip sağlamlaştırma
10. Neticeyi Allah’a bırakma

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

“Andolsun ki Biz Mûsâ’yı âyetlerle/mucizelerle ve apaçık bir burhanla/delille göndermiştik.” (Mü’min 40/23)

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ

“Firavun’a, Hâman’a, Kârûn’a gönderdik. (Onlar, ona; ‘Büyücüdür, yalancıdır!’ dediler.” (Mü’min 40/24)

فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ

“Mûsâ, katımızdan verilmiş hakikati onlara getirdiğinde, “Onunla birlikte olan inanmış kişilerin oğullarını öldürün, kızlarını diri bırakın!” dediler. Oysa inkârcıların tuzağı hep boşa çıkmıştır.” (Mü’min 40/25)

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

“Firavun: Bırakın beni, dedi. Mûsâ’yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine dua edip, yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (Mü’min 40/26)

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟

“Mûsâ da: ‘Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım!’ dedi.” (Mü’min 40/27)

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

“Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık deliller getirdi. Eğer o bir yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.” (Mü’min 40/28)

Mü’min-i Alî Firavun, muhataplarına tam 6 kez; “Ya Kavmi/Ey kavmim, ey milletim diyerek” onları çok güzel ve çok etkili bir şekilde uyardı.

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

“Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hâkim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah’ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder? Firavun: ‘Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum!’ dedi.” (Mü’min 40/29)

وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

“İnanan kişi de şöyle dedi: Ey kavmim! Doğrusu vaktiyle (peygamberlerine karşı) gruplar oluşturmuş eski toplulukların yaşadıkları felâketlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum.” (Mü’min 40/30)

ثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ

“Nûh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonrakilerin durumu gibi. Allah asla kulları için zulmü istemez.” (Mü’min 40/31)

وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ

“Ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz felaket) gününden korkmaktayım.” (Mü’min 40/32)

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

“O gün arkanızı dönüp kaçarsınız. Sizi Allah’ın azabından koruyacak biri de olmaz. Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” (Mü’min 40/33)

“Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, “Allah, ondan sonra aslâ peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır.”(Mü’min 34) 

وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ

“İman eden o adam şöyle devam etti: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğruluk ve dürüstlük yoluna yönelteyim.” (Mü’min 40/38)

يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ

“Ey kavmim! Bu dünya hayatı gelip geçici bir yararlanmadan başka bir şey değildir. Hâlbuki öteki dünya ise, ebedi olarak durulacak yerdir.” (Mü’min 40/39)

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ

“Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” (Mü’min 40/40)

وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ

“Ey kavmim! Bu ne hâl? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.” (Mü’min 40/41)

تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ

“Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi mutlak güç sahibine, çok bağışlayana (Allah’a) çağırıyorum.” (Mü’min 40/42)

Peki ne oldu bu mü’min şahsa? Bazı tarihi rivayetlerde bu şahsında iman eden sihirbazlar gibi feci bir şekilde öldürüldüğü yani şehit edildiği söylenir ama 45. ayet aslında ne olduğunu bize söylüyor:

فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ

“Derken Allah, onların düzenlerinin kötülüklerinden onu (o iman eden adamı) korudu ama Firavun’a (ve ona tabi olanlara) azabın en kötüsü gelip çattı.” (Mü’min 40/45)

اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ

“(Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam o ateşe sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!’ denilecektir.” (Mü’min 40/46)

Mü’min-i Alî Firavun kıssasında çok şey gördük de özellikle ihlas üzere yapılan amelin bir şahsa neler kazandırttığını gördük…

Kur’ân iki yerde aynı kalıbı kullanıyor:

وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ يَسْعٰىۘ / “Bir adam şehrin öbür ucundan koşarak geldi…” (Kasas 28/20)

وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى / Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi…” (Yâsîn 36/20

Ne zaman biz koşmaya başlayacağız ve ne zaman bulunduğumuz ortamlarda aranacak adamlar olarak hakkı haykıracağız?

Hz. Ali’ye yıllar sonra sorulan soru: “İnsanların en cesuru kimdir?”

Hz. Ali bu olayı anlattıktan sonra şöyle bir şey de söyler: “Hz. Ebû Bekir’in yaptığı bu davranış Mü’min-i Alî Firavun’un yaptığı davranıştan daha büyüktür. Çünkü o, bu sözü söylerken halen imanını ikrar etmemişti ama Ebu Bekir her şeyi göze olarak bu sözü söyledi.”

Mü’min-i Alî Firavun olma kapısı kapanmayacak, kıyamete kadar bu kapı açık kalacak…

Haftaya Hz. Mûsâ’nın Mısır’dan çıkışını anlatacağız. Bu önemli süreci biz “Hicret-Mucize-Helak” başlığında ele alacağız. Bu kısım Kur’ân 47 ayette anlatılır:

Bakara 2/50
A‘râf 7/136, 137
Enfâl 8/54
Yûnus 10/90-92
İsrâ 17/103
Tâhâ 20/77-78
Şuarâ 26/52-68
Kasas 28/39, 40
Duhân 44/17-33
Zâriyât 51/40

İmkânı olan bu 47 ayeti, imkânı olmayan sadece Şuarâ Sûresi’nin 52-68. ayetlerini okusun…

(866)